Kudüs’te İnsanlığımız Öldü!
Öyküdeki isim hayal ürünüdür gerçek Meryem Ana ile ilgisi
yoktur.
Savaş, insanlık tarihinin en karanlık ve en yıkıcı
olaylarından biridir. Her ne kadar savaşın dehşeti ve acısı anlatılamayacak
kadar büyük olsa da, bu olaylar insanlığın direncini, cesaretini ve umudunu da
ortaya koyar. Savaşın gölgesinde yaşanan insanlar, sadece birer tarihsel olay
değil, aynı zamanda insan ruhunun derinliklerine yapılan bir yolculuk yapar
işte bugün Kudüs’te kardeşlerimiz bunun mücadelesini yaparken, insanlığı
barbarların elinden kurtarmak için şehit oluyor.
Bu öyküm savaşın sadece bir çatışma değil, aynı zamanda
insanlık için bir sınav olduğunu anlatmaktadır. Savaşın getirdiği yıkım ve
acıların yanı sıra, insanların bu zorluklar karşısında gösterdiği dayanıklılık
ve fedakârlık da gözler önüne serilmektedir. Bu sayfalarda, savaşın hem
bireysel hem de toplumsal etkilerini derinlemesine inceleyecek ve bu süreçte
insan ruhunun gücünü keşfedeceğiz. Amacımız, geçmişin karanlık sayfalarından
dersler çıkararak, gelecekte daha barışçıl bir dünya inşa etmektir, vesselam.
Keder, insan ruhunun derinliklerinde yer alan bir duygudur.
Kimi zaman en sevdiklerimiz bile en zor anlarında gözlerindeki ışığı
kaybedebilirler. Belki de kalplerinde büyük bir yük taşımaktadırlar. İnsanı
sararak sarmalayan bu duygular, hayatın bir parçasıdır. Onların acısını
paylaşmak, el uzatmak ve destek olmak, en kıymetli hediyelerden biridir.
Hayatta yaşadığımız her an, bir başka anlamı da içerir; sevgi, umut ve
birlikteliğimizle her şeyi aşabiliriz. Bazen bir gülümseme, bir sıcak söz ya da
sadece yan yana olmak bile yeterlidir.
Kudüs’ün dar sokaklarında, sabah güneşi yavaşça doğarken,
Meryem Ana, kalabalığın akışında bir yere doğru yürüyordu. Bugün, hayatının
belki de en önemli günüydü. İçinde bir umut, bir heyecan vardı. Kendisini
bekleyen bir misyonun, bir direnişin peşindeydi. Kalbinde taşıdığı sevgi,
etrafındaki tüm kedere ve zorluğa rağmen yolunu aydınlatıyordu. Bir zamanlar,
köyleri aydınlatan bir yıldız gibi parlayan bir ruhla, Meryem Ana, insanlara
umut vermek için yola çıkmıştı. Ama bu yolculuk sadece fiziksel bir seyahat
değildi; aynı zamanda ruhsal bir arayıştı. Yanında, ona eşlik eden eski bir
dostu vardı. Yürekten, Meryem'in bu yolculuğunda ona yardım eden ve kendi
mücadelelerini paylaşan bir dosttu.(Meryem ananın Hz İsa’nın annesiyle alakası
yoktur, sadece isim benzerliğidir)
Meryem Ana, dostu Elia ile birlikte
yola çıktığında, Kudüs’ün kalabalığı ve renkleri içinde kaybolmuş gibiydi.
Vahşet zulüm, kan, gözyaşı, yıkım gök kubbeden üzerlerine yıkılıyordu.
Müslümanlar sözden öteye gitmeyen bir korkaklar ordusuydu adeta, nerede o eski
Müslümanlar, şimdi batı ve Siyonistlerin uşağı olmuş sahte Müslümanlar, aradaki
fark işte belli oluyordu.. İnsanlar telaşla geçerken, sokaklar kan kokusu
feryat figanlar, leş Siyonistler vurulmuş leş kokusu ve insan feryadı ile Kudüs
yıkılıyordu. Aslında İslam’ı yıkmaya çalışıyorlardı. Aslında her zalimin
Firavunun vardır bir Musa’sı, vardır Müslümanların sesini duyan bir Selahattin Eyyubi
vardır bekliyorlardı… İşte insan feryatların sesleri büyüyordu Kudüs’te, tüm
insanlığı yıkacağını sanan zalim Siyonist itraiiler tarafında. Elia, ona eşlik
ederken, sürekli ağlıyordu, biliyordu gülümsemek haramdı burada, hikâyeler
bitmişti sözlerle birlikte. Sadece acı, gözyaşı zulüm konuşuyordu, insanlar
rahat evlerinde “ tühhh, vah vahh,” diyerek birazda sokaklarda bağırarak
seyrediyordu.
Birden, kalabalığın arasında bir çocuk dikkatini çekti. Çocuk, gözleri
parıldayarak etrafa bakıyor, kalabalığın içinde kaybolmuş ama aynı zamanda
hayat dolu bir neşeye sahipti. Meryem, çocuğun yanına yaklaşarak hafifçe
eğildi.
“Merhaba küçük dostum, adın ne?” diye sordu.
“Samuel,” diye yanıtladı çocuk, sesindeki sevgi dolu tonla. “Arkadaşım kedimle
kayboldu ve onu bulmaya çalışıyorum.”
Meryem Ana, Samuel ’in gözlerinde parlayan umudu gördü. “Birlikte bulabiliriz,”
dedi gülümseyerek. “Seninle gelebilir miyim?”
Samuel ‘in yüzündeki ifade, sevinçle doldu. “Evet, lütfen!”
Bu yeni dostluk, Meryem Ana’nın içindeki sevgi ve şefkat duygularını tazeledi.
Elia, onların arkasından gülümseyerek şöyle dedi: “Hayat bazen, en beklenmedik
yerlerde sevinç getirir.”
Üçü, Samuel ‘in kaybolan arkadaşıyla kedisini aramak için Kudüs’ün dar
sokaklarını keşfetmeye başladılar. Meryem, Samuel’e yol boyunca ona cesaret
veriyor, aynı yaşlarda iki oğlunu öldürmüştü barbar it-railler tarafında, bombalar
vücutlarını paramparça etmişti. Parçaları bulunamamıştı. Arkadaşıyla kaybolmuş
hayvanı bulmanın ötesinde kaybedilen şeylerin nasıl geri kazanılacağına dair
güzel sözler paylaşıyordu lakin biliyordu sözler lal olmuş etkisini yitirmişti
artık, insanlık gibi, Müslüman sanan kendini ama Müslümanlıkla alakası
olmayanlar gibi...
Arayışları sırasında, Meryem Ana, geçmişte yaşadığı zor zamanları,
kaybettiklerini, ama bunun yanı sıra şimdiye ve geleceğe dair umudunu nasıl
koruduğunu Samuel ile paylaştı yüreği param parça parçalanırken. Sokaklar kan
gölüne dönmüş vahşi barbar insanların sayesinde, bir Kudüs’te insanlıkla
Müslümanlık kalmıştı, gerisi ise sadece kuru bir sözden ibaretti, bitmişti.
Kudüs’ten insanların feryadı, öldürülmek yok edilecek Müslümanlıktan başka
hiçbir şey kalmamıştı yeryüzünde!
Bir süre sonra, onların arayışına katılan sokakların çocukları da bu grubun bir
parçası oldu. Elleri yüzleri kana boyanmış, kiminin kolu yok, kiminin bir
gözüne şarapnel saplanmış ağlayarak arkadaşlarını aramaya çıkmışlardı. Dillerinde
“Allah” nidalar ve “Allah bizim vekilimizdir, o ne güzel vekildir” sözleri
vardı, yankılanıyordu Kudüs’te. İt-rail tarafında bu sözler duyulurken
parçalanıyor, kıvranıyorlardı, kıvranarak can veresiceler, melunlar, zındıklar,
kâfirler topluluğu… Cesaretle dolup taşan masumiyetleri, Meryem’in yüreğinde
bir umut ateşi yakıyordu. Her biri kendi kaybolmuş hayallerinin peşindeydi; bir
çocuğun kaybolan kedisi, diğerinin kaybolan düşleri…
Ve o an, Meryem Ana anladı ki, hayatta kaybolan sadece eşyalar evler sokaklar
değildi; bazen insanlar da kaybolur ve yeniden bulmak için bir araya gelmeleri
gerekirdi ama nasıl? Yavaş yavaş, arayışın anlamı derinleşirken, Meryem
inanıyordu ki, sevgiyle kucaklayacakları her şey, bu topluluğun yeniden
doğuşunu sağlıyordu.
Arayışları sırasında, Meryem Ana, geçmişte yaşadığı zor zamanları,
kaybettiklerini, ama bunun yanı sıra şimdiye ve geleceğe dair umudunu nasıl
koruduğunu Samuel ile paylaştı yüreği param parça parçalanırken. Sokaklar kan
gölüne dönmüş vahşi barbar insanların sayesinde, bir Kudüs’te insanlıkla
Müslümanlık kalmıştı, gerisi ise sadece kuru bir sözden ibaretti, bitmişti.
Kudüs’ten insanların feryadı, öldürülmek yok edilecek Müslümanlıktan başka
hiçbir şey kalmamıştı yeryüzünde!
Mehmet Aluç