İçimdeki Çocuğa Mektup...



‘’elleri vardı, siz bilmezsiniz

ben tek başımaydım, onlar ise yalnızdı

şubattan kalan bir gece yarısıydı sanki bütün caddeler

yine yenik ve gazetesiz ayrılıyorduk bir çağdan

çağın canı cehenneme

cennet nereye düşer şimdi

annesinden dayak yerken sorunca çocuk’’(Bülent Parlak)

 

 

Anlamsızlığa şerh düşmek istiyorum varsın anlamsızlığın gücüne gitsin güç bela yaşamak filan da değil asla ve işte şükrün sunumu ve işte sabır katsayım ve üşüyorum çok hem de.

Üşengeç ruhumda saklı sırlar bir de sırra kadem basan dostlar anlam yüklü bir trenin geride kalan son vagonu bense son yolcusuyum yalnızlığın yetmedi hüznüme şirk koşan bir ilham aşkın uçuşan perdesinden firar eden bulut bulut, duman duman içselleşen hayat yolculuğum ve anlamın anlamsızlığından sızıp da kavuştuğum kâh keşmekeş kâh heyecan bense en çok sevgiyi sevdim sevginin dilemmasında bütünleştiğim rütbem ve Allah aşkı Allah rızası adına yol aldığım…

Bir o kadar yarı yolda kaldığım.

Kardığım sözcükler de değil sadece en çok da ruhuma yağan karın aralıksız bombardımana tuttuğu iç sesim varsın desin insanlar ara sıra: ‘’Tuh, kaka sevgi de aşk da neyin nesiymiş hani?’’

Hüzün coğrafyam.

Patiskadan imgelerim.

Şalvarın tahtını yıkan deriden bir etek asla ve asla giymediğim.

Haşa, Rabbim aşkla umutla geldim huzuruna bir lokma ekmeğe şükretmenin verdiği huzur ve duayla çıktım Senin Ulu Tahtına Katına.

Pişkin ve de pişekar coğrafyalar barınağı.

Peşin peşin sevdiğim ruhumun rakkasesi kalemin telaffuzunda geride kaldığım hayatın son vagonuna dâhil olmak neyse de ben lokomotifi idim oysa bir zamanlar tadı damağımda kalan hayallerin peşi sıra ulaştığım tepeler gerçekleşen hayallerden tutun da tutamağım iken hayata sözcükler ve geniş cepheli evimizin kayıt dışı sırları kadar da sırra kadem basan kimse artık ruhumun enginliğinde seken kurşunla vurulduğumun ertesi ve işte dünde kalan şüheda mazi ve hayaller tapınağı.

Kalp gözüm.

Kapı duvar artık sözcüklerle örülü verilen hükmün tesiri ve şükre binaen içimdeki yetim ve yalnız çocuğu teselli ettiğim.

Hümayunu hayatın ve Hükümranlığında Mevla’nın anlam bulmanın bir adım sonrası anlamsızlaşmış hayatımın hem yongası hem açmayan son goncası ve lalden satırlarım ve ekmeğim ve alın terim ve ikna olmadığım kadar hayatın dumura uğrattığı şeşi beşe dönüşmüş güven hissim en çok da tırnaklarımla kazdığım ve işte şutladığım ve işte paslaştığım iç sesim.

Dominant karakterlerden olmasam da hissiyatı ve maneviyatı kuvvetli bir rüzgâra eş düşüp içime estiğim bir o kadar yalnız ve ak pakça bir bulut kaç akçeyse cep harçlığım ve işte geçen zamanın ve işte dünde kalan çağın arka bahçesinde mahsur kaldığım kadar uyuşamadığım Milenyum çağının ne gediklisi ne de alaylısı, mektepli geçen ömrün mevcut kıldığı ve hali hazırsa saklı tuttuğum iç sesim ve içimdeki çocuğun mızıkçı mizacı.

Gün geçmiyor ki…

Gecelerse pek sitemkâr.

Hazzından da vazgeçtim hayatın haizi olduğum ne varsa şükre vesile ve anlamın çatısı altında toplanan duygular ve düşünceler belki de kimsesizler mezarlığından firar eden ruhlar.

Göğün karası.

Yeryüzünün de en dibi.

Yerle yeksan edilmiş hayaller zinciri ve işte anlam karmaşasından sökün edip de anlam olmanın ve anlam bulmanın tam da ortasında ve tüm gayem iken netleşmek en çok da kayıpların nazarında umuda bel bağladığım hayatın tam da merkezinde sevgiyle ve umutla eşleşmek.

 

‘’elleri vardı, demedim kimseye

başına ne gelirse hepsi yaşamaktan

ve bir çocuğun oyuncağının ardında yitip giden elleri

iki keder arasında gülmek doğru sayılmaz 

bir parkın yoldaşıydım sanki

hiçbir richter tespit edemese de

richter’in canı cehenneme 

titriyordu elleri’’(Bülent Parlak)

 

Şairin hüznüne denk düştüm bu gece:

Hüznü ve elleri…

Benimse artık bir üçüncü elim var madem en azından o da kayıp gitmesin kalan iki elimden.

Çocuk kalmakla sınırlı olsaydı keşke mutluluk ve kaderle keder arasında takılı bir yerde belki de Araf’ta baş göz etmek adına mutluluğu ve işte korkudan değil kaygıdan hiç değil tüm coşkumla gaipten gelen sevgimle nutuk atmak adına yorgunluğumu da yok sayıp salınımında hayatın savsakladığım kadar da kendimi saf tuttuğum duyguların ritminde bir ileri bir geri sallandığım ruhumun kırık ve kırgın salıncağında anlamsızlığın yoldaş olduğu bir cunta misali aslında seyyah duyguları ihbar ettiğim kadar Tanrıya.

‘’Ben sadece seni sevmeyi çok iyi bildim

uykumu sallandırırken darağacında ve

başrolde bir tüfenk

sekerek bir yenilgiden diğerine zafer zannedilen

üstelik uzaklarda yaşlanırken’’(Alıntı)

 

‘’Benim en güzel mesleğimdir seni sevmek.’’(Bülent Parlak)

 

Nasıl ki hüznüme eş ve özdeş bir coğrafyadır ruhunda saklı tuttuğu şairin ve kıyamet alameti kara sabahları bazen teğet geçtiğim mutluluğun rötarlı yolculuğunda anlam olmanın tek yolu iken sevmekle iştigal yüreğimin fotoğrafını çektim ve sana gönderiyorum.

Göğün Müridi yabanıl kuşlar.

Sözcüklerin üstüne basılı tetiği ve işte:

Duygularımı ve aşkı tetikleyen anlamın sırdaş yolculuğu bir o kadar anlamsızlığın dahi anlama denk düştüğü en çok da ihbar ederken içimdeki coşkuyu bir o kadar hayatta yenik düşmüş bir çocuk gibi yolunda gitmeyen ne varsa elbet sadece ve sadece Rabbime ihbar ediyorum serkeş yalnızlığımı ve terk edilmişliğim kadar cihanda saklı tek dikili ağacım olmasa bile aslında ağacın ta kendisiyim kökü sağlam hüznü kayıtlı ve içtiğim suyun verdiği tadı ve saflığımı koruduğum kadar anlam olmakla anlamsızlaşan hayatın girift yolculuğunda gözüm açık gördüğüm rüyalarımdan da neyse kalemime ve sevgime yansıyan…

Yol olan.

Yoldaş olan.

Yârim olan.

Ve de yerle yeksan olan…

Mizacımdaki o sekme ve de.

Hüznüme gark olan.

Haiz olduğum tek noktaya ekleye durduğum nice üç nokta.

Hem nüansı hem nüvesi aşk olan ve şakıyan iç sesimle kâh bülbül kesildiğim kâh bülbülle konuşup güle yani kendime eriştiğim güllük gülistanlık olsa ne ki hayat olmasa ne kelime mademki aşktır şiarım mademki aşktır aşk tüm anlamsızlığa anlam olurken şiirlerim ve yüzümde içten ve şirin bir gülüm/seme eşliğinde nihayet evet, nihayet kendime vardığım kendimi kucakladığım…

İnsanın kendini sevip kabullenmesinden öte elbet en büyük anlamdır hayatın anlamsızlığına yüklediğim mana ve anlam kadar da devasa bir servet evrenin ve yüce Rabbin bahşettiği…

 

 


( İçimdeki Çocuğa Mektup... başlıklı yazı GÜLÜMM tarafından 24.08.2024 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu