Dayak Tadında Hayat

Dayak Tadında Bir Hayat

 

Günümüzün pek muhterem siyasetçilere sesleniyorum. Sizler, okumuş eğitimli siyasetçilersiniz. Seçimlerle halkımızın oylarıyla o muhteşem makamlara otura kaldınız. Maaşınız nazar değmesin ama 80-90 bin lira ci-varında. Altınızda devletin arabaları, vızır vızır; bir oraya bir buraya! Bazı seyahatlerinizde özel uçaklar sizin için pervane döndürüyor, kanatlarını çırpıyor. Eviniz var, ama ne ev! Saraylar kıskanıyor. Altın varaklı saraylarda Osmanlı’ya nispet edercesine “Lale Devri” yaşıyorsunuz. Hep bana, Rabbena! Devletin imkânları emrinize amade. Yetiyor mu? Yetmez! Vallahi yetmeyecek. Yetseydi, çoklu görevlendirmelerle çoklu maaşlar almazdınız! İdareniz altındaki devlet kurumlarını aile şirketine döndürdünüz. Bu durum haberlere konu başlığı oluyor. Oy verdik; vay başımıza gelene! Devlet çarkı kimlere dönüyormuş meğer! Torpil mekanizması hep kendileri için çalışıyor. Her yerde torpil. Akademisyenler arasında diploması şaibeli profesörlerimiz var (mış) Vay canına! Olamaz böyle şey! Bunların alınları secdeye değiyor. Onlar, Allah’tan korkar, kuldan utanır. Yapmazlar canım! Olmaz, yalan bunlar yalan! Tabi yalan(!)

 

Başımızın tacı o muhteşem idarecilerimiz öyle sözler veriyorlar ki, dualarımız semaya yükseliyor. “Allah sizden razı olsun. Allah başımızdan eksik etmesin. İyi ki varsınız…” Verilen sözler yerine getirilmeyince o alkışlayan ellere, o umuda gülümseyen gözlere ve yüzlere perde perde hüsran çöküyor. İki eli böğründe, ne yaptığını sorguluyor sanki! Sonra, can sıkıntısından olsa gerek, iki eli böğründe olan vatandaşlar başlı-yor, “kendim ettim, kendim buldum. Gül gibi sararıp soldum, eyvah, eyvah…” Ya da; “ellerim hep böyle boş mu kalacaktı…” şarkısını söylüyor. Gözünden akmaya niyetli gözyaşları bile geri tepiyor. Neden acaba? Bu tutkunun, biat etmenin bir sonucu mu acaba? Ne dersiniz?

 

Beyinlerin iflas ettiği bir dönemdeyiz. Anlayamıyoruz. Sorgulamıyoruz! Neden ve niçin bu “Dayak Tadında Hayata” mahkûm olduk. Cebindeki paraya bak ve anla! Temel gıda maddelerine her gün gelen zamlara, mazota, motorine ve benzine gelen zamlara bir baksana! Yeni yeni icat edilen vergilere bir baksana! Dün-yanın en fazla vergi veren fakir bir millet olduğumuzu bir görsene. Okullar açılıyor, kayıt parası! Bu nereden çıktı şimdi? Yetkililer kesinlikle okullardan kayıt parası alınmadığını söylüyor ama hakikat öyle değil maalesef!

 

Tasarruf tedbiri kararı alındı. Çok sevindim, çok mutlu oldum. Tasarrufu bu kelli-felli ve dahi kravatlı vekillerden ta tepeye kadar uygulayacaklar sanmıştım. Nasıl da yanılmışım! Tasarruf kapsamına giren ilk kurum eğitim kurumları oldu. Ne oldu? Servisler kaldırıldı. Eyvah! Çocuklar nasıl okula gidecek? “Gitmese de olur canım. Okuyup ta ne olacak sanki. Kız değil mi? Yaşına-başına bakmayın, evlendirin gitsin evine!” kafası. Ya erkek çocukları nasıl okullarına gidecek? Kitaplarını, kalemlerini, çantalarını, ayakkabılarını, elbiselerini ve diğer temel ihtiyaçlarını nasıl karşılayacak bu fakir aile? Hele bir de ıslah edilemeyen kira ödemesi varsa! “Yandı gülüm keten helva”

 

Anlamıyorum bir türlü! “İlim-irfan” yuvası diye millete bir zoka gibi yutturulan merdiven altı vakıflara bu fakir ailelerin çocukları yönlendiriliyor. İlle de Kuran kursu! İlle de ilahiyat fakültesi! Ancak halkımızın büyük bir kısmı şu soruyu hiç aklına getirmiyor: “Birader, bizim çocuklarımızı vakıf okullarına ve yurtlarına yönlendiriyorsun da, sizin çocuklarınız neden İngiltere’de, Almanya’da, Fransa’da, ABD’de, İsviçre’de ve Hollanda’da okuyor? Hayırdır inşallah! Bu işte bir tuhaflık olmalı. Hani devlet, eşitlikçiydi! Eğitimde eşitlik vardı! Hüsran ve ardından büyük bir psikolojik yıkım!

 

Bol bol üniversiteler yapıyoruz ve övünüyoruz. İçinde bilimsel eğitim verecek, gençlerimizi yarınlara hazır-layacak akademik kadrolar yok. Bilim insanı sıkıntısı had safhaya geliyor ama medya maymunları bu gerçeği gizlemeyi çok iyi beceriyor. Bana içi boş, niteliksiz binaları “üniversite” diye yutturma! Daha ilk eğitim döneminden üniversite son sınıfa varıncaya kadar bu gençlerin hayallerini çaldığınızın farkında mısınız? Aileler, ne hallerde çocuğunu üniversiteye yolladığını sen anlayamazsın! Daha bu yıl, üniversiteye kaydını yaptıran üniversite gençleri kayıtlarını sildiriyor. Sebep ne acaba? Yurt sorunu: Bazı dostlar bana kızacaklar ama söylemeliyim. Cemaati olmayan dağa-taşa ve dahi boş arazilere ha bire camii yapıyorsunuz. Bir imam var ama cemaati yok! Boşluğa ezan okumak için ve bir imam ile birkaç kişinin ibadet etmesi için camii yapacağınıza yurt yapsanız daha iyi olmaz mı? Yapmazsınız biliyorum bunu. Çeşitli sebepleri olmalı.

 

İmam Hatip mezunları iş derdi yaşamıyor ama üniversiteden mezun olan gençlerimiz iş sıkıntısı yaşıyor, geleceği kararıyor ve kurtuluş yolu olarak başka ülkelere gidiyor ve gitmeyi şimdiden planlayan öğrencilerimiz var. Bu eğitim politikasının mantalitesi “Bilim bizim neyimize”

 

Maaşların hali ortada. Asgari ücret ne demektir, bunu her vatandaş biliyor: Hayatın olağan ekonomik koşul-larında yaşamaya elverişli maaştır asgari ücret. Bir bakıyoruz, bu kriterin çok dibinde maaş alanları görüyoruz. En üst limit on iki bin beş yüz lira ile on yedi bin lira! Bu nasıl iş böyle! Son birkaç yıl içinde kiralar çıldırdı! %25 kira artışı kanunda yer almışken, ev sahibinin keyfine bırakıldı, öyle değil mi? Vatandaş, bu durumu yaşadığı halde maaşının yetmediğini görmüyor mu acaba? Bu bu durumu izah etmekte aciz kalıyorum. Hükümet yetkilileri, ülkemizin ekonomik koşullarını adamakıllı gözden geçirmeli, enflasyon oranında maaşları artırmalıdır. Maaşlar arasındaki uçurumları ortadan kaldıracak kaynaklar yaratmalıdır. Sosyal devletin vazifesi halkın mutluluğunu sağlamak değil mi?

 

Hastaneler yaptık; “dünya bizi kıskanıyor” öyle değil mi? Tıpkı üniversite binaları gibi görkemli mi görkem-li. İşte hastanelerimiz de görkemli. Şehrin merkezinde olan ve halkımızın yıllarca kolayca ulaşabileceği bu güzelim hastaneler şehir hastanelerine nakledildi. Özel hastanelerin sayısı arttı. Ancak doktorlarımız, hemşirelerimiz ve teknik cihaz operatörlerimiz yurt dışına gidiyor. Bir kısmı bu özel hastanelerde daha iyi koşullarda çalışıyor. Ancak son günlerde bu özel hastanelere mafyaların el attığını ve on iki bebeğin ölümüyle sonuçlanan olaylar işittik, gördük. Meğer önemli hastalığı olmayan bebekleri “hasta” diyerek anlaştıkları hastanelerin yoğun bakım ünitelerine sevk etmişler. Hasta olmayan bebekler için uyduruk reçeteler yazılmış ama ilaçlar kullanılmamış! Bu ilaçları satmışlar! Uyduruk ilaçlar üzerinden SSK’dan milyon liralar almışlar! Çifte kazanç! Özelleştik ve güzelleştik hamdolsun! Türkçesi, SSK’yı dolandırmışlar. Müslüman kardeşler dayanışması! Dünya bizi tabi ki kıskanır?

 

Kelli-felli ve dahi çok imanlı-ahlaklı yöneticilerin başka sözlerine ve icraatlarına değinmeye gerek duymuyorum çünkü o konularla ilgili geniş makaleler yazmıştım.

 

Bir elinde sopa, bir elinde havuç var yetkililerin elinde. Duruma göre bazen havuç ile bazen sopa ile halkı yönetmeyi çok iyi biliyorlar. Nabza göre şerbet, saça göre tarak…

 

Madem ki halkımızın tercihi “Dayak Tadında Hayat” yaşamak, bana da (…) yemek düşer diyerek konuyu noktalıyorum.

 

 


( Dayak Tadında Hayat başlıklı yazı Halit Durucan tarafından 18.10.2024 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu