Kodamandı kasıntılı düşlerden arda
kalan hayal kırıklıkları aslında bir bebek kadar da saf ve masum yürek sedası.
Acıydı ayracım.
Açıydı bulamadığım: hani gidip
geldiğim kirli duvarları bir bulut misali beyaza boyamak adına kadirşinas bir
tutumla dokunmaksa en derin yaralara…
Unutulmuşluğum bir köşede bir şişede
saklı gözyaşı gibi irsi mi yoksa acının ardı ardına eşlik eden tokadı?
Şimdim müsemma.
Dünüm kanlı bir ada.
Yarınlara yok ki mecalim yine de umut
ekip özlem biçebilirim.
Ben bir yanılgının eseri ben bir
yangının külü ve yaratıların en güzeli iken sevgiyle dikilen kalbimi sundum
revnak bir tepside buldum da kendimi tam da terk edecekken kentimi.
Artık ait değilim bu kente iki
yakasından da hicap ettiğim varsın iki yakam da gelmesin bir araya ben yâd
ettiklerimle idare ederim.
Tebessüm ehli bir duanın akıbeti
Rabbime kavuşma telaşı hınca hınç birbirine giren insan neslinin selameti adına
kopsun artık fırtına kopsun da kopacaksa kopsun kıyamet gıybet eseri değil
gıybetin esiri iken ahvalim kabaran yüreğime bir teselli bahşetsin yüce Rabbim.
Bir ölçek ekleyecektim gözyaşımı gel
gör ki kazan taştı.
Bir ölçek de pişmanlık bense
meylettiğim kadar ruhumdaki emanete endamlı bir veda diledim önce kendimden
uzaklaştığım yeniden toparlamaksa ardımda kalanları bin bir eda ile
kucaklaştığım demem o ki: aşktı evrenin tufanı.
Aşkı evirdim.
Sözcükleri kadeh misali devirdim
oysaki her biri masum saf su ile dolu en çok da yalnızlığın ve hayal
kırıklığının vuku bulduğu.
Bir şerh düşecektim mademki yürek
sayfama:
Şiir olmalıydı ilk sözüm.
Şiarımdı mademki aşkın dalkavuk
gölgesi mihrabımda saklı ruhumun kırık tokası ve aşkla biçiverdim gözyaşımı
kutsandığım kadar kural tanımadığım artık kimse çomak sokan huzuruma maviden
bir bilye yuvarladığım dünümün sadakası iken kendime uzattığım…
İçtimada geçen yıllarım.
Kırık pedalları kalbimin.
İsyankâr değilse bile itiraz
dilekçemde saklı maruzatım:
Kendime hem yakın hem uzak hem tutsak
minyon dünyam içimde dönen uydusu olduğum sevginin müptelası bir rakım adeta
ulaşılmazlığın ses geçirmez duvarları ve işte kanlı duvağı cihanın:
Ölsem de bir kalsam da.
Sandık dolusu hatırat azıcık nemli
küflü:
Sayamadığım kadar sanmadıklarımdan
üstüme yağan:
Yağmalanmış bir gök kuşağı ve ruhumun
rozeti kimyamda eksik olan ne varsa nasıl da fazla gelmiştim oysa bu dünyaya…
Farazi bir iklim; farazi bir kıyamet
içimde kopan.
Sükûnetin özlemi belki de ölümün ayak
sesi gözlerim açık gördüğüm her kâbus her rüya…
Panoraması göğün ne nispet ne haset:
Hasret dolu döngünün öğüttüğü
muhterem bir ses bir efekt acının sılasında saklı masum kelebek nizamlı
gülüşlerim bazen bir şiire kapak bazense kaypak dünyanın Haramileri.
Sonsuzluk ıssızlığa gebe.
Issızlık aslında Tanrıya bir yakarış
ve özenle ve özlemle anılan geçmişini sararmış buruşuk yaprakları.
Tecelli edecektir de illa ki İlahi
Düşlerin gerçek olduğu İlahi Adaletin vurduğu tokmak ve işte dünden kalan o
yeknesak tel heceli sefil kelime:
Adı aşk.
Adı gam.
Adı san.
Adı zan.
Zararının neresinden dönülse zannetme
ki bu yarışı sen kazandın.
Ritmik bir melodi bazen aşkın
kapıştığı iken özlem.
Renksiz bir söylem belki de göğün
peçesinde saklı gök kuşağı ve tesadüflerin eşleştiği nasıl ki tevafuk yüklü bir
kuşak ve nesillerin cebelleştiği son durağa gelememe kaygısı aslında
sonlanmaktan ziyade sona kalan bir soldan sağa dönük yangını başlatan ilk
kıvılcım.