Deneme / Hayata Dair Denemeler
Eklenme Tarihi : 7.06.2025Hayatın çeperlerine çarpa çarpa hissettiğimiz bir
gerçekliktir boşluk. Küllerimizden yeniden doğuşu başlatan da o, yakıp kavurup
kül eden de o. Hakikatli bir dost gibi hep yanı başımızdadır boşluk.
Herkesin ağzında bir boşluk
terennümü. Uzay boşluğu, kanunlardaki boşluk, cümleler arasındaki boşluk… Bu
kavramla yüzleşmeden varoluşu anlamlandıramıyor insan.
Boşluk dışımızdaysa ondan
kurtulmak kolay ama içimizdeyse, cehennem sıcaklığındadır o. Anlamsızlık, amaçsızlık, belirsizlikler , çevreden
kopukluk , yalnızlık ve yaşam sevincini kaybetmek ; boşluğun o cehennemindeki
sıcaklığı arttıran odunlardır bunlar.
Boşluk
denilmesi yanıltır bazen. Boşluktayım diyenler, çok fala duyguyla dolu olan ve
bunların uçları arasında gidip gelenlerdir aslında.
Kıvrandır
boşluk, uykusuz bırakır, sancılandırır. Sancının içimizdeki yerini tam
olarak belirlemek dahi zor. Bazen bir iki saat uyuyarak geçeceğini düşündüğümüz, bazen son nefese dek
bizimle devam edeceğini hissettiğimiz haldir bu.
Öyle bir boşluk ki , duvara bakmak ama duvarı görmemek gibi,
bir insanı dinlemek ama duymamak gibi. Parçaları
birbirine uyumlu olmayan puzzle gibi dağınık, eksik ve zor gelir boşlukla
yaşamak.
Bağımlılıklar geliştiririz belki boşluktan çıkarır diye. Ya
çılgınlar gibi alışveriş yapar yada kendimize yoğun uğraşılar buluruz, onunla
yüzleşmekten kaçınmak için.
Yönsüzlük, yersizlik ve adressizlikle el eledir boşluklar. Sanki bir uçurumdan atlamışız ama çakılmamış ve havada öylece asılı kalmışız. Ne başlangıç noktasına dönebilmiş, ne menzile ulaşabilmişiz.
Varlık ile yokluk arasındaki tampon bölgedir
boşluk. Ayak uçlarından göz kapaklarına kadar
yükselen bir hissizlik
halidir o . Pilsiz bir saat gibi, ne geçmişi gösterir ne geleceği. Hayal ettiğimiz şeyle,
hayatın bizi getirdiği yer arasındaki bir boşluğuz.
Sönmüş
yanardağlar gibiyiz. İçimiz boş ama
cüssemiz ağır. Çakıl taşları bile doldurmuyor boşlukları. ‘’Ayrılık değil, özlemek hiç değil; en büyük acı, bu
giderek büyüyen boşlukmuş ‘’diyor Cezmi Ersöz.
İçimizdeki
boşluk ne denli büyükse, doldurmak için çırpışlarımızda o denli hızlı. Sıfırı
sıfırla toplamanın cezbedici vahameti bu.
Caddede
yürüyen gölgeler gibiyiz. Kimse kimsenin ruhuna dokunamıyor. Giderek azalıyoruz
ve boşaltıyoruz her yanımızı. Dizlerimizi karnımıza çekip, başımızı göğsümüze eğip
oturuyoruz. Böylece kapladığımız alanı küçültünce ,biraz daha yok gibi
hissediyoruz onu.
Attila İlhan’ın bir sözü var; “Birisinin
eksikliğini duyuyorum, ötekinin fazlalığını. Eksik olan gelip boşluğunu
doldurmuyor, fazla olan gidip yerini boşaltmıyor. İkisinin arasında kötü,
sevimsiz bir yerdeyim.” Boşluğun böyle insicamı bozduğu yerdeyiz.
Ha bire Mekan değiştiriyoruz boşluğu doldurmak adına. Bir
boşluktan diğer boşluğa düşüyoruz oysa. Bütün evren göğsümüze basılsa, sanki
yine de kapanmıyor bu kara delik.
O boşluğa düşmeye görsün insan, bir dal arar yukarı çıkmak
için, sadece ufacık bir dal. Bazen iş, bazen anne baba, bazen arkadaş, dost .
Bazen de gerçeği kabullenirsiniz, o olur dal.
Yaşadıklarımızdan değil, yaşayamadıklarımızdan oluşuyor
boşluk. Çocukluğumuz ne kadar kötüyse,
o kadar derin olur. Sağlaması yapılmış
şaşmaz bir kuraldır bu.
Boşluk
her an her yerde. Yaşam ölüme, ölüm
yaşama vesile, Her ikisi de boşluğa sebep.
Bazen de her boşluğu doldurmak gerekmiyor. Dolmuyor,
dolmayacak da. Delikli peynir misali, olması gereken budur belki de. Nefes
alabiliyorsak ciğerlerimizdeki bu boşluk sayesinde !
.
.
.
Yazarın
Önceki Yazısı