AZMZÂDELER
XVIII ve XIX. yüzyılda Suriye’de önemli hizmetlerde bulunan bir Türk
ailesi. Aslen Konyalı olup daha sonra Suriye’ye yerleşen sülâlenin bilinen ilk
atası Kemik Hüseyin’dir. Bundan dolayı aile Suriye’ye gittikten sonra, Arapça
“kemik” mânasına gelen azm lakabıyla anılmıştır. Hüseyin’in torunlarından
İbrâhim Bey 1638’de Bağdat Seferi’nden sonra Suriye bölgesine yerleşmiştir.
Azmzâdeler’den bazıları cerde başbuğluğu, mutasarrıflık, mîrâhurluk ve valilik
görevlerinde bulunmuşlar, emîrü’l-hac olarak hizmet etmişlerdir. Vak‘anüvis
Ahmed Vâsıf Efendi, 1725’ten 1800’e kadar bu aileden otuzdan fazla vezir ve
mîr-i mîran çıktığını kaydetmektedir. Azmzâdeler’den ilk Şam valisi ve
emîrü’l-hac olan kişi İsmâil Paşa’dır. Onun babası ise “vezîr-i ekber Azm”
olarak anılmaktadır. İsmâil Paşa’nın ardından kardeşi Süleyman Paşa 14 Ocak
1734’te Şam valisi oldu. Daha sonra İsmâil Paşa’nın oğlu Esad Paşa 1743’ten
1757’ye kadar Şam valisi ve emîrü’l-hac olarak görev yaptı.
Azmzâdeler genellikle Suriye bölgesinde olmak üzere Şam, Halep, Bağdat,
Rakka, Kudüs, Sayda, Trablusşam, Yafa, Cidde ve Mısır’da; Anadolu’da Karaman,
Konya, Maraş, Sivas, İçel, Trabzon, Diyarbakır, Afyonkarahisar’da, ayrıca
Rodos, Limni, İstanköy ve Rumeli’de görev yaptılar. Suriye bölgesinde uzun süre
bulunmalarından dolayı arşiv vesikalarında “Arabistan vüzerâsı”, 1725’ten
1807’ye kadar aralıklarla emîrü’l-hac olarak çalışmalarından dolayı da
“cedbeced emîrü’l-hacdırlar” şeklinde anılmışlardır. Azmzâdeler Suriye’de görev
yaptıkları sırada göçebe Arap kabilelerinin çıkardığı huzursuzlukları
önlemişler, ayrıca Lübnan’da Zâhir el-Ömer, Mısır’da Bulutkapan Ali Bey ve
Mehmed Zeheb isyanlarına karşı mücadele etmişlerdir. Bundan başka Napolyon’un
Suriye harekâtı sırasında Azmzâde ailesinden Abdullah Paşa’nın bölgeyi
savunmada hizmeti geçmiştir.
XIX. yüzyılın ikinci yarısından sonra ailenin Araplaşmaya başladığı ve
Arap milliyetçilik hareketleri sırasında aile mensuplarının bazı teşebbüslerde
bulundukları görülmektedir. Bununla birlikte bu davranışı tasvip etmeyen ve
karşı çıkan Azmzâdeler de vardır. 1915’te Osmanlı Meclisi Meb‘ûsanı’nda Şam
mebusu olarak bulunan Azmzâde Mehmed Paşa buna bir örnek teşkil eder. Onun,
Arap milliyetçilik hareketlerinde önemli rol oynayan Refik Bey el-Azm ve Hakkı
el-Azm’ın idamı üzerine ilâhî adaletin yerini bulduğunu söylediği ve aile
fertlerinden böyle utanç verici davranışlarda bulunanların çıkmasından dolayı
duyduğu üzüntüyü dile getirdiği bilinmektedir.
Bazı
aile mensupları halen Suriye’de yaşamakta olan Azmzâdeler, görev yaptıkları
yerlerde hanlar, hamamlar, çeşmeler, kuyu ve kulelerle pazar yerleri ve daha
başka hayır eserleri meydana getirmişlerdir.
Ali Karaca
AZMZADE VEZİR SÜLEYMAN PAŞA
Vali Vezir Süleyman
Paşa el-Azm'ın Şam'da tesis etmiş olduğu vakıflar vakfiye suretlerinden
edinilen bilgiye göre, 1706- 1707, 1735-36 ve 1737-38 tarihlidirler. Paşa'nın
•
Şam Valiliği
de 1733-38 ve 1741-44 tarihleri arasında iki dönemdir.
1 -1706-07 tarihli vakıflar. Her ne kadar
Vakıflar Genel Müdürlüğü'ndeki vakfiye suretinde bunun tarihi 1118 olarak
verilmekte ise de, daha ileriki bir tarihli olması gereklidir. Bu vakfın gelir
kaynakları (akarları) 30 dükkan, 1 fırın ve 3. Ev (menzil) dir.
Vakfın 26 tanesi satın alınmış,8 tanesi inşa edilmiş olan 36 adet akarı
bulunuyordu.Bu vakfın hayratları ise, oniki hücreli bir medrese ve bu
medreseden uzakta bulunan, Evsa Yolu denilen,
bir yolun tamiri idi. Süleyman Paşa medreseye yevmi 10 Osmani gündelik ile bir
imam ve üçer Osmani ile bir bevvab (kayyımlık da yapacak) ve bir de müezzin
(kandillere de bakacak) tayin etmiştir.
Ayrıca, medresenin oniki hücresindeki talebelerin bekar ve Hanefi
Mezhebi'nden olmaları şartıyla, herbirine günlük üçer Osmani tahsisat tayin
etmişti. Vakıf şartına göre müderris Türkçe ders verecekti.
Vakıf,
vakfının mütevelliğinin yevmi dört Osmani gündelik ile Şam Kalesi bölükbaşısı Halil oğlu Osman Ağa'ya kayd-ı hayat ile, bunun ölümünden sonra ise, medresede her kim
müderris olursa ona tevcih edilmesini; vakfın nazırlığının da Şam'da
Hanefiler'in müftüsü olan Mehmet'e ve bunun da ölümünden sonra, yine Şam'da her kim Hanefilerin müftüsü olursa
ona tevcih edilmesini şart kılmıştır.
Ayrıca, yevmi üç Osmani gündelik ile bir katip
tayin etmiştir. Bu vakıf gayesi bakımından Hayri, gelir kaynaklarının
niteliği bakımından sahih bir vakıftır. Vakıf hukukuna göre, sahih ve Hayri bir
vakıf olmakla itiraza mahal bir durum yoktur.
2. 1148
(1735-36) tarihli vakıf. Vakfın akaratı 6 konak (dar),
2 hamam, ı fırın, 2 han, ı nişasta imalathanesi, ı ahur, ı havş, 1 dahle (?),
1 dükkan, 1 zeytin ma'sarası, 16 kıt'a bostan, 5 bahçe, 2 sulu ekimlik alan ve 2 kıt'a arzdan ibarettir. Bu
gayrimenkullerin çoğunluğu (30) satın alınmış, 7'si yeniden inşa, 5 tanesi de ihya edilerek mülk edinildikten ve Süleyman Paşa Şam'a vali atandıktan sonra vakf olunmuşlardır.
Vakfın
hayratından tesis tarihinden itibaren senevi 60 guruş yarı-yarıya Mekke ve Medine fukarasına gönderilecektir. Geriye kalan gelirlerinin tamamı şer'i taksimata göre (ikili-birli), oğlu Seyyid Şerif İbrahim Bey ve kızlan Melek, Hatice, Amine ile son radan doğacak evladına ve evladı
evladına vakfedilmiştir. Bunların inkırazından sonra ise, kardeşi İsmail Paşa ile Musa Bey'in
zürriyetlerinden mevcut olanlara,
bunların da nesli kesilirse
vakfın gelirinin 1/4'ü Mekke,
1/4'ü Medine, 1/4'ü Kudüs fukarasına ve 1/4'ü ise Emevi Camii'ne
tahsis edilmiştir. Daha sonra
ise, Dımışk fukarasına dönecektir.
Vakıf, bu vakfının tevliyetini ve
nezaretini sağ oldukça kendi nefsine, sonra evlad-ı evlad-ı evladının erşedine;
nesli kesilince söz konusu cihet
görevlilerinin ğerbirine; vakfın geliri Dımışk fukara sına dönünce Dımışk'taki hakimi şeriyye
tevcih edilmesini ve nazıra da senevi 150 kuruş verilmesini şart kılmıştır.
Görüldüğü gibi, Paşa'nın bu vakfının
hayri yönü senelik 60 kuruştur. Paşa, hal-i hayatında-edindiği bu
kadar mülkü vakıf adıyla adeta çocukları arasında şer'i taksimata göre, bölüştürerek
sonra vuku bulacak müsadereden·alıkoymuştur, çünkü vefatından sonra da bütün
malları (terekesi) devletçe müsadere edilmiştir.
Paşa'nın bu vakfına baktığımızda;
gayesine göre, yan hayri yarı zürri ve vakfedilen mülkler açısında
ise, yan irsadi-yarı sahih bir vakıf olduğu
görülmektedir. 3. 1150 (1737-38)
tarihli vakıf. Bu vakfın akarları 5 konak (dar), 1 yazlık, 1 üst kat ev,1 hamam,
1 fırın, 1boyahane, 1 nişasta
imalathanesi, 1 ticari mekan, 7 değirmen, 4 ekimlik sulu alan (gıras), 2 bahçe, 4 bostan, 5 mezraa ve 2 kıta arzdan ibarettir. Bu 36 kıta akarın 33'ü satın
alınarak (iştiraen), biri ihya
yoluyla
ve ikisi de yeniden inşa edilerek mülk edinildikten sonra vakfedilmiştir.
Bu
vakfın hayratı ise, Paşa tarafından Şehid Nureddin Mahallesi'nde yaptırılan bir
medresedir. Paşa, yaptırmış olduğu bu medreseye yevmi 15 dirhem Osmani gündelik ile bir müderris tayin etmiştir. Medresenin imamlık,
şeyhülkurralık, hafızı kütüblük, muidlik ve aşırhanlık cihetlerini de toplam
yevmi 16 dirhem Osmani gündelik ile
Şeyh İbrahim b. Şeyh Abbas'a tevcih etmiştir. Vakıf ayrıca, aşçı ve kandilci
görevini gündelik 4 Osmani ile birine ve kennas ile bevvablık cihetini
de yevmi 4 Osmani gündelik ile bir diğerine ve yevmi iki Osmani gündelik ile bir sakaya tayin etmiştir. Vakıf, ayrıca medresede ikamet eden toplam 16 talebeye aş pişirilmesi için, yevmi·4
rıtl (1,85 gr.) ekmek, 1 rıtl et, 16 rıtl odun ve her birine aylık 8 okka zeytinyağı (1,282 gr), 3 kandil, ayrıca Ramazan aylarında, yukarıdakilere ilave olarak
ek tahsis tayin etmiştir. Bu vakfın diğer bir hayrı yönü ise, vakfın tesisinden
itibaren, hacılar eli ile her sene
Medine ve Mekke fıkarasına 20'şer kuruş gönderilmesi şartıdır.
Vakıf, vakfın diğer bütün gelir fazlasını
ve tasarruf hakları
nı evlad-ı evladına bunların inkırazından sonra yukarıda sözü edilen iki kardeşinin zürriyetlerine şart koşmuştur.
Ayrıca, vakıf ölümünden sonra evlenmedikleri sürece zevcelerine ve istifraş
ettiği dul cariyelerine sükna hakkı tahsis etmiştir.
Görüldüğü
gibi, bu vakfın gelirlerinin bir kısmı vakıfın aile bireylerine ve bir kısmı da sosyal, kültürel ve dini hizmetlere
tahsis edildiği için, «yan hayrı-yan
zürri» bir vakıftır.
Bu vakfın akarları arasında aslında ‘miri’ye ait olup da muhtelif şekillerde ferdi mülke dönüştükten sonra vakfedildikleri görülen mülkler
bulunduğu için, yarı sahih-yarı irsadi»
bir vakıftır.
Paşa'nın tesis etmiş olduğu bu üç
vakfın birincisi, tamamen hayri bir vakıf
iken diğer vakıflar ise yarı hayri-yarı zürridirler. Süleyman Paşa
böylece, ölümünden sonra varislerine, müsadereden masun bir gelir kaynağı temin etmiş
olduğu anlaşılmaktadır. Süleyman ve Mehmed Paşaların evladiyelik vakıfları 18.
Yüzyılda yaygınlaşan ve keyfiliği açıkça belli müsadere uygulamasından kurtulmak
için yapılmıştı.
AZMZADE (KEMİKOĞLU) MEHMED PAŞA ( 1731- 1783)
Başta Şam olmak üzere bölgenin iktisadi kalkınması ve imar edilmesi için gayret sarf eden Mehmed Paşa, bu maksatla, pazar yerleri, binalar, çeşmeler, suyolları ve su depoları inşa ettirdi. Onun zamanında sahil bölgesindeki asilerin ortadan kaldırılması, bozulan iktisadi duru mun düzelmeye başlamasını sağladı. Başa İngiliz ve Fransızlar olmak üzere yabancıların ticari faaliyetleri Şam'a·canlılık kazandırdı. Şam'ın ekonomik durumu, Hac yolu üzerinde bulunması
•
ve Bağdat ile olan ticaretten dolayı iyi bir durumdaydı.
Şam'a güzel eserler kazandıran Mehrned
Paşa, evinin yakınınd, a Şam kalesi tarafında ve
Ahmetliye medresesesi yanında
·
bir çarşı (Nisan 1780) yine
evinin yanına güzel bir konak yaptırdı.
Emevi camisindeki Yahyavı türbesini, Muhyiddin Arabi'nin türbesi ile san bakırdan
sandukasını, Şam'da bulunan
evliya, sehabe ve peygamberlrin mezarlannı, Hac yolundaki Zemrez
kuyusuna bir kale, Şam'da Dar-ı hazinetü's- saray ( Ocak 1781 ) ve bu sarayın
yanına sağlam bir bina ( Temmuz 1782 ), yine buraya 13 bin
kuruş harcıyarak bir Mahkeme binası inşa ettirdi.
•
Azmzade Mehmed Paşa, bir
kaç gün hasta yattıktan sonra 14 Şubat 1783 salı günü sa baha karşı Kaçmaziye
mahallesindeki evinde öldü. Kadın
erkek Şam halkının büyük bir kalabalık halinde
katıldığı toplulukla, Bilal-i Habeşi'nin mezarının kuzeyine, Babü's- sagir'de açılan kabre gömüldü·
Muradi, Mehmed Paşa'nın
o ana kadar gördükleri valilerin en iyisi olduğunu belirttikten sonra,
karakter bakımından da; Şam'da doğup orada yetiştiğini ve eğitim aldığını,
kamil bir insan olmaya çalıştığını,
olgun, ileri göıüşlü ve tedbirli, dindar, cömert, cesur biri olduğunu kaydeder. Ayrıca bilginleri, samimi
dindarları ve fakirleri sevip koruyan, onlara eliyle ve diliyle büyük ikram
ve iltifatta buJunan,
insanların arasındaki düşmanlıkları gidermeye çalışan biri olduğunu, dolayısıyla Şamlı şairlerin Mehmed Paşa'ya,
toplansa ciltleri dolduracak kadar çok
şiir yazdıklarını söyler.
·
Mehmed
Paşa, Rauf Paşa ile Abdullah Paşa'nın üzerine kayd ettirilmiş onlar ise
vezirlik ve beylerbeyilik payesi a1dık1an zaman bu malların hepsini vakıf etmişlerdi. Daha sonra elde ettiği
emlakı da Ayşe Hanımın üzerine kaydetmiş, o da bu mallan vakıf haline koymuştur. Bu üç vakfın
kayıtlan da kendilerinde
olduğundan görevli memurlar, vakf edilen malların neler olduğu ve gelirlerinin ne kadar olduğunu
tespit etmek imkanına
sahip değille rdi.
•
Bu
vakfiye için Abdullah
Paşa sarayından ayrılan mutfak etrafına sekiz adet küçük oda yapılıp, içeriye bir de kütüphane inşa edilmiş ve her odaya
aylık onsekizer para ücret bağlanıp, vakfiyede
kayıtlı bütün emlak bu medreseye vakfedilmişti. Görevli mübaşirlere ve hazine memurlarına göre burası görünüşte vakıf olup, aslında
vakfedilen emlakı miri olmaktan çıkarmak
ve çocuklarına gelir sağlamak
için yapılmış bir tertipti,
0
Ali KARACA
OSMANLI ARAŞTIRMALARI XI.I İstanbul – 1992 VAKIF-MÜSADERE İLİŞKİSİ (Şam Valisi
Vezir Süleyman Paşa Olayı) Hasan YÜKSEL
MURÂDÎLER
XVII. Yüzyılda Tunus’ta beylerbeyilik ve emîrü’l-evtânlık görevlerinde
bulunan aile. Tunus’un Koca Sinan Paşa tarafından 982’de (1574) fethinden sonra
burada bir eyalet kurulmuş ve yönetim beylerbeyilere bırakılmıştı. Ancak çok
geçmeden çıkan isyanlar üzerine Tunus’ta dayılar söz sahibi olmaya başlamış ve
üçlü bir yönetim meydana gelmiştir. Dayılar Anadolu’dan gelen askerlerin
eğitildiği, ocak adı verilen kışlaların kumandanı idi. Eyalet merkezinde ve iç
bölgelerde güvenliği sağlamak, vergi toplamakla görevli olanlara ise bey
deniliyordu. Bunlardan eyalet merkezi Tunus’ta vazife yapanlara Tunus mirlivâsı
veya emîrü’l-evtân adı veriliyordu.
Bu başarıları sebebiyle İstanbul’a
hediyeler gönderen Murad Bey paşa rütbesiyle Tunus beylerbeyi oldu (1631) , yerine
oğlu Hammûde Bey Tunus mirlivâlığına
getirildi. Böylece Tunus yönetminde Murâdîler dönemi başlamış oldu.
Hammûde Bey, 1069’da (1659) Tunus’un kalkınmasına ve imarına katkısı dolayısıyla
beylerbeyiliğe tayin edildi. Yirmi sekiz yıllık
emîrü’l-evtânlık ve iki yıllık beylerbeyilik döneminden sonra 1071’de (1661)
uzlete çekilerek yönetimi oğullarına bıraktı.
Pek çok
iç karışıklık, taht mücadelesi sonucunda son fertlerinin de 1702 yılında
katledilmeleri neticesinde Tunus eyaletinde seksen üç yıl emîrü’l-evtânlık
makamını elinde tutan Murâdîler devri sona erdi.
Tunus’ta Murâdîler zamanında çeşitli şehirlerde cami, mescid, medrese, türbe, saray ve
çarşı gibi pek çok bina inşa
edildi. Hammûde Paşa kendi adıyla bilinen cami ile Tunus Burcu ve
Fransız Hanı’nı yaptırdı. II. Murad Bey Hammûde Camii avlusunda bir türbe, Kābis’te
Murad Bey Camii, Tunus ve Cerbe’de Murâdiye medreseleri, Mecezülbâb’da ve
Kayrevan’da birer köprü, Becâ’da Hanefî camii ve medresesi inşa
ettirdi. Ayrıca Bardo Sarayı’na taşındıktan sonra buraya çeşitli
ilâveler yaptırdı. Mehmed el-Hafsî, Zağvân’da bir zâviye, Tunus’ta Hafsî Çarşısı;
Mehmed Bey, Tunus’ta kendi adıyla bir cami, Kayrevan Bey Camii ve pek çok yerde
medrese inşa ettirdi. Ahmet Kavas
RESÛLÎLER
Yemen’de 1229-1454 yılları arasında hüküm süren muhtemelen Türkmen asıllı
bir hânedan. Adını kurucusu el-Melikü’l-Mansûr Nûreddin Ömer’in dedesi olup
Abbâsîler’in Eyyûbîler’e gönderdiği elçiler arasında yer aldığı rivayet edilen
Muhammed b. Hârûn b. Ebü’l-Feth er-Resûl’den alır.
Kaynaklara
göre bir isyan sırasında Bağdat’tan ayrılan Muhammed b. Hârûn, Eyyûbîler’in
hizmetine girdi. Yemen’in ele geçirildiği (1173) günlerde veya hemen ardından
bölgeye yerleşen oğulları ve torunları Eyyûbîler tarafından çeşitli şehirlere
vali tayin edildi. Bunlardan Mekke Valisi Nûreddin Ömer b. Ali, Yemen
Eyyûbîleri’nin son hükümdarı el-Melikü’l-Mes‘ûd Selâhaddin Atsız’ın ölümünden
(1229) sonra Yemen’i atabeg sıfatıyla idaresi altına aldı. Böylece Mısır Eyyûbî
Sultanı I. el-Melikü’l-Kâmil Muhammed’in tâbiiyyetinde Yemen’e hâkim olan
Nûreddin Ömer durumunu sağlamlaştırınca el-Melikü’l-Mansûr unvanıyla
bağımsızlığını ilân etti (1235), hükümdarlığı Abbâsî Halifesi Müstansır-Billâh
tarafından da kabul gördü.
Resûlîler’in son büyük sultanı el-Melikü’n-Nâsır Ahmed yönetimden ayrılan
şehirleri tekrar ele geçirdi ve 1417 yılında yapılan bir savaşta Zeydî imamı
el-Mansûr Ali’yi ağır bir yenilgiye uğrattı. el-Melikü’l-Nâsır Ahmed’in 1424
vefatının ardından Resûlîler küçük hanedanlara bölündü. Nihayet bu durumdan
yararlanarak Aden’e saldıran Tâhirîler 858 (1454) yılında Resûlî topraklarının
tamamını ele geçirip hanedana son verdiler.
Sünnî bir politika takip eden ve hemen tamamı âlim olan Resûlî sultanları
yazdıkları kitaplar, yaptırdıkları medreseler ve kurdukları kütüphanelerle
ilmin gelişmesine büyük katkıda bulunmuşlardır. Vergilerin bir kısmı
kendilerine tahsis edilen ulemâ ayrıca vakıflarla da desteklenmekteydi.
el-Melikü’l- Müeyyed Dâvûd’un Taiz’de inşa ettirdiği medresenin kütüphanesinde
100.000 kitap bulunduğu rivayet edilir. el-Melikü’l-Eşref İsmâil ve
el-Melikü’z-Zâhir Yahyâ’nın aynı şehirde kurdukları Eşrefiyye ve Zâhiriyye
medreselerininde kütüphaneleri vardı. Sultanlar bazı kitapları dışarıdan
getirtiyor, ünlü bir âlim geldiğinde veya değerli bir kitap getirildiğinde
bunları bizzat katıldıkları törenlerle karşılıyorlardı. Sultanların bu tutumu
birçok âlimin Yemen’e yerleşmesine vesile olmuştur. Yemen’e dışarıdan gelen
veya orada yetişen ünlü âlimler arasında Muhibbüddin etTaberî, Fîrûzâbâdî, Ali
b. Hasan el-Hazrecî, Abdülbâkī b. Abdülmecîd el-Yemenî, İbn Hâtim, Muhammed b.
Yûsuf el-Cenedî, İbnü’l-Ehdel ve İbnü’l-Mukrî el-Yemenî sayılabilir.
Resûlî sultanları imar faaliyetlerine büyük önem vermişlerdir. Kaynaklarda isimleri sayılan cami, mescid, medrese, kütüphane, saray, dârüzziyâfe, hankah ve ribât gibi binaların sayısı 180 civarındadır ve bunların çoğuna çeşitli vakıflar tahsis edildiği belirtilmektedir. Günümüze ulaşan başlıca eserler arasında Taiz’deki Mansûriyye, Muzafferî ve Eşrefiyye camileri bulunmaktadır. Cengiz Tomar