Bu kadar mı kırılgan
olur bir insan. Kim bilir belki de o naif duyguların altında neler saklıdır.
Yaşanmışlıklar ve
yaşanacak olan ne varsa, hükmedemezsin ki hayata. Sadece beklersin hatta
ötesinde umut edersin.
Hassasiyetin bir
kazanımı aslında bu kırılganlık yoksa sebep ne saflık ne de başka bir şey. Kim
bilir belki de bir staj dönemi yaşanmamışlıkların neticesinde hasıl olan. Ve
sayısız hatıra geçmişinden gelip, seni terk etmeyen. Tabii ki pişmanlıkları da
katmak lazım, ister kabul et istersen etme. Belki olmamalıydı ama ne gelir ki
elden: Elde mi önüne geçmek kaderin, değiştiremeyeceğini bile bile nice
çırpınışlar saklıdır oysa benliğinde. Onlarca hatta yüzlerce şey, gerekli ya da
gereksiz ama tayin edemediğin ne varsa hüküm sürmekte…
İstediğin kadar yaş al;
içindeki çocuğu asla öldüremezsin bin yaşında olsan dahi.
Hayal kırıklıkları,
serzenişler ve sayısız üzüntü… Bir yandan büyüsen de, korunaklı kabuğuna iyice
çekiyorsun kendini. Bir nevi görünmez bir kalkanın ardına gizleniyorsun. Tıpkı
masallarda anlatılan o deve kuşu gibi gömüyorsun başını kumun en dibine. Ne
görünmezsin ne de kör. Engel olamıyorsun yaşadıklarına. Hala canını acıtıyor
hüsranlar, hala yanıyorsun sobadaki korun sıcaklığında. Büyüyorsun belki de bir
sanrı bu sadece. Ne büyük hata. Sevdiklerinin eteğine yapışıp, onların
egemenliğinde çekiyorsun kendini hayattan ama nereye kadar söyle nereye kadar
gizlenebilirsin…
Efsunlu bir ikilemde gidip
geliyorsun düşüncelerin hegemonyasında. Tek duyumsadığın sadece çaresizlik adı
altındaki o sefil duygu.
Bir de bakıyorsun başka
duygular giriyor devreye. Hükmeden, aklını başından alan o aptal duygunun
esaretiyle sen sen olmaktan çıkıyorsun. İsimlendirmekten bile kaçındığın bu
büyü esir alıyor seni. Hele ki, karşındaki insanlıktan nasibini almamış,
egosantrik duygularla çevriliyse, vay haline… Tek taraflı yaşanan bu yıkım ile
enkaza dönüyor hayatın.
Ya zekâ denen o
sorumluluk. Çoğu yerde çarpışıyor zekân ve naif duyguların. Birbirlerine hükmetmeye
çalışırken, olan yine sana oluyor.
Hayat akıp giderken,
kendine sevdalı zavallılar da az yıpratmıyor seni hani.
Dönüp dolaşıp, vakıf
oluyorsun Hz. Mevlana’nın o ünlü deyişine:
‘’Nice insanlar gördüm,
üzerinde elbisesi yok. Nice elbiseler gördüm, içinde insan yok.’’
Ve sonuç…
Yeni hayal
kırıklıkları, pişmanlıklar ve ince bir sızı yüreğini sızlatan…
Dur daha ne ki bunlar.
Yaşaya yaşaya, daha neler göreceksin. Her şey biz insanlar için. Yeri geldi mi
barışık olacaksın tüm duygularla; olumlu ya da olumsuz ne varsa sen
hükmedeceksin, hiçbirinin ya da hiç kimsenin hükmüne girmeden.
İnsan olabilmenin püf
noktası işte bu: Savaşmak, yenilgiyi bile kabullenmek her ne kadar zor olsa da
ve direnmek her halükarda…