Mark Twain’den bir
esinti aklıma gelen:’’İnsan, yüzü kızaran tek canlıdır. Yani kızarmak durumunda
kalan.’’
Kızaran bir yüz mü
kızarmaya yol açan nedenler mi…
Var mı izahı sizce?
Farkındalık seviyesinde
bir suç mu yoksa görmezden geldiğimiz bir tutum mu geliştirdiğimiz… Hangi
anlamda olduğu önem arz eder mi, gibi bir yanılsamaya mahal vermeden en doğrusu
kendini bilmekten geçmekte kanımca.
Vicdan, us, bilinç
hatta bilinçaltı. Doğrular, artılar ve eksi hanesinde ne varsa kayıtlı hatta
tutanaklara geçirilmemiş tüm kayıtlar sümen altı ettiğimiz.
Ezebildiğimiz kadar
ezerken, incitirken, sömürürken ve dışlarken de yapılan tüm o hatalar. Bunlar
değil mi bizi hayvanlardan farklı kılan.
Globalleşen ve giderek
ivmesini arttıran bir döngü nihayetinde ne yazık ki her birimizin payını büyük
ölçüde aldığı. Sözüm ona ne çok lehte olgu var, değil mi… Öyle ya, gelişmiş
teknolojinin nimetleri bir yandan medeni ölçümlerin üst seviyede olduğu ve
derken açlığın, yokluğun ve sefaletin de eriştiği tepe noktası. Zenginin daha
zengin fakirin daha da yoksullaştığı hiç de adil olmayan bir düzen. Ve o
düzenin mağduru milyarlarca insan. Bir yandan kendimizden uzaklaştığımız
yetmezmiş gibi bir yandan tüm müspet verileri de çıkarıyoruz elden ki fark dahi
etmeden. Görmüyoruz, duymuyoruz hepten kör hepten sağır olmuş ve tüm yetilerini
yitirmiş bir kolonin mensupları iken her birimiz nasıl oluyor da medeniyetin
geldiği noktadan bahsedebiliyoruz bu da hayli tartışılır doğrusu.
Tüm o farklılıklar haiz
olduğumuz nasıl da örselenir ve itekleniriz. Ola ki hariç tutulalım müdahil
edildiğimize vakıf olduğumuz basit bir sosyal ortamın az kırıcı ve yıkıcı
değildir hani. Potansiyel tehdit addedilen sayısız zafiyet göstergesi hariç
tutulan kim ise.
İstediğiniz tüm savları
ileri sürün. Beyaz yine beyazdır ve kara hala kara. Beyazı kirletmek ne kadar
kolaysa karanın beyaza çalması da o kadar olağan dışıdır. Hâlbuki her birimiz
birey değil miyiz ya da birer beşer olanca faniliğiyle, olanca yanlışıyla ve
olanca haşmetiyle hele ki burnu Kaf dağında iken nasıl ulaşılmaz nasıl her şeye
muktedir ve bir o kadar ikiyüzlü.
‘’El-insaf’’ demek
gelir içinizden… Ya da avaz avaz bağırmak:’’Yeter artık yeter’’ demek
istersiniz istem dışı da olsa ve süper-egonuz her seferinde kocaman bir bariyer
yığar önünüze. Aç ve sefil nefsiniz doymak bilmezken çekilirsiniz bir köşeye
hibe etmemek adına varlığınızı ve ruhunuzu.
‘’Çareler tükenmez’’
gibi saçma bir yanılsama içerisine düşseniz de zaman zaman hala arasınız son
çareyi onca yafta içinde. Hala medet umarsınız birilerinden: Kadın ya da erkek
ama sadece bir dosttur tüm arayışınız iki kelam edeceğiniz. Haricinde de hiçbir
beklentiniz yoktur. Alabildiğine engin yüreğiniz nasıl da açtır sadece ve
sadece bir dosta günlük tabiriyle bir ‘’kanka’’. Beraber gülüp beraber
ağlayacağınız, ekmeğinizi bölüşeceğiniz ve birbirinizi asla harcamayacağınız
bir ortam iken buluşma noktanız. Ki o noktaya sadece bir iz olarak kalır ya da
bir izdüşümü tüm o arayışınızın. Biraz savruk biraz hicap dolu ve bir o kadar
kırılgan ve kırgın ki kırılmaktan kırılacak başka parça dahi kalmazken
ertesinde hala çırpınırsız farkındalık seviyenizi çoktan evet ne yazık ki
çoktan yitirmişken.
Esefle kınarsınız
kendinizi kimseye mahal vermeden ve bin beter kınanmaktan iyice zora girer döngü
ve iyice içinden çıkılmaz bir hal alır. Aynı şarkıyı dinlersiniz gün ve
gece:’’Yalnızlar Rıhtımı.’’
bir ben miyim perişan
gecenin karanlığında
yosun tuttu gözlerim
yalnızlar rıhtımında
bütün gece ağladım
dalgalar kucağında
yosun tuttu gözlerim
yalnızlar rıhtımında
bir beni mi unuttular
uçup gitti martılar
geceler, ben ve deniz
yalnızlar rıhtımında
bütün gece ağladım
dalgalar kucağında
yosun tuttu gözlerim
yalnızlar rıhtımında
Nedir yalnızlık çoğula
tekabül etmiş bir kümenin elemanı olmak mı yoksa sadece ve sadece bir boş küme
olarak damgalanmak. Tekil sıfatlar hep yadsınır hep ıskalanır ve hep aciz ve
yetisiz addedilir. Öyle ya çoğunluk iktidarda iken siz kim oluyorsunuz da o
tekil kimliğinizle neyi ispatlama telaşı gütmektesiniz… Acınası halinize gülmek
gelir içinizden hatta katıla katıla ağlamamak adına olsa da tüm telaşınız yine
de süzülür yaşlar ta içinize ve kimseler görmeden ve sezmeden. Ne de olsa yalnızlık
bir suçtur ve ağlamak büyük bir zaaf oysa içselleştirdiğiniz o ketum dünyanızın
bir dışa vurumudur usul usul suç ya da günah addedilen o yalnızlık. Yine de
masum bir günahtır yalnız bir dünya kirlenmemek adına tercih ettiğiniz ya da
zorunlu kılındığınız. Mubahtır hem de asil bir seçenektir oysa dünyanın
kirinden pasından uzak. Zordur beyazı muhafaza etmek zordur ama mümkündür de en
azından yalnız dünyanızda karla örtülü o tepeler ulaşılmaz olsa da sükûneti
vazgeçilmezdir vicdanınızın uzaklardan anlaşılmama ihtimaline karşın…