Hikaye / Yaşamdan Hikayeler

Eklenme Tarihi : 1.01.2017
Okunma Sayısı : 1559
Yorum Sayısı : 0


Bibi nine kendi evinde olmadığından mı bilmem. Onu kolay kolay banyoya sokamıyorduk. Malum 
o zamanlar hafta sonları belli banyo günlerimiz vardı. Cumartesi veya pazar sabahları erkenden kalkan 
annem banyonun sobasını yakar sonra sırayla herkes banyosunu yaptıktan sonra rahmetli annem çıkan çamaşırları yıkardı.

Bibi bizde kaldığı sürece her banyo günü ısrarla yıkanmasını söylerdik. Ancak bibimiz bir türlü kabul
etmezdi. Bibi neden yıkanmıyorsun dediğimizde ise ben pakam (temizim) derdi. Bir defasında peki sen
ne zaman yıkanırsın, hiç yıkanmaz mısın diye sordum. Bana verdiği cevap "De gettt hiç yıkanmadan 
olur mu? Bayramdan bayrama yıkanıyam" oldu.  Tabi ki ben bu lafın altında kalır mıyım. İyi de kokarsın 
sen bayrama kadar deyince her zamanki gibi zılgıtı yedim.

Annem Azize hanım çok titiz bir kadındı. Kaldı ki o kadar titiz olmasada her halde hiç bir kadın bibinin
elini bir şeye değmesine izin vermezdi.

Kadıncağız ramazan geceleri bibi uyanmasın diye sessizce kalkar, ışığı bile yakmadan gizlice mutfağa 
gidermiş, mutfakta zeytinyağı ve pamukla yaptığı kandille işini görmeye çalışırken hemen her defasında
birden arkasında bibinin biterek "Elektiringi niye yahmıysan cereyanlar mı kesik" Diye seslendiğini
duyarmış. Eh yakalanınca çaresizce "Yok bibi yok, çocuklar uyanmasın diye yakmıyorum, haydi sen de
git yat, yemek hazır olunca ben hepinizi uyandıracağım" diye söylermiş.

Ama bibi yatar mı hiç? Zaten normal zamanlarda da pek fazla uyuduğunu hatırlamıyorum.

Bir gün babam evden çıkmış bahçeyi geçerek tam sokağa girecekken birden bibinin Ahmettt, Ahmettt diye
feryadını duymuş, birimize bir şey oldu sanarak heyecanla  eve dönmüş ki bir de ne görsün bibi elinde 
soyduğu salatalığı uzatarak "ala bu hıyarı ye" diyor. O gün babam çok kızdı, ilk defa halasına sesini
yükselttiğini duydum. Ama akşam geldiğinde hemen gönlünü aldı.

Yılbaşı gecesinde de bibi bizimle birlikteydi o zamanlar yılbaşı kutlamalarımız aile içinde gelenek
ve göreneklerimize uygun sade bir şekildeydi. Rahmetli babam bir tavuk keser annem tavuğun içini
pirinçle doldurup pişirirdi, tabi ki o zamanki tavuklarda bugünkü tavuklara benzemez mis gibi kokusu
yedi mahalleyi sarardı. Akşamdan mısırla, buğday ıslatılıp kestane ile birlikte soba üzerinde pişirilirdi.

Ailece televizyonun başında toplanırdık. TRT'nin ve televizyonun ilk zamanları olduğu için, gece
saat yirmi dörtte malum dansözün bile ekrana çıkması olay olurdu. Biz on ikide dansöz çıkacak falan
derken bibimiz tutturdu ayıptır kapatın televizyonu diye. Neyse anneciğim onu biz seninle o saatte
odadan çıkarız diyerek ikna etti. 

Yemekten sonra hep beraber tombalanın başına oturduk. Bibiye sen de oyna dedik, önce kumar falan
dedi ama işin içinde para olunca oturup bizimle oynamaya başladı. Okuması yazması olmadığı için onun 
kartınada babam bakıyordu. 1.çinko bibi, 2.çinko bibi, tombala bibi, neredeyse hiç birimiz o gece
bir şey kazanamadık. Bibi nine ortalığı sildi, süpürdü.

Bir ara dayanamadım yeter bibi yaaa, hep sen mi kazanacaksın diye bağırdım.

-Ben bilmiyem lo babay bakıy kahadıma
-Hep senin kahatında çıkıyor numaralar ama
-İyi işte sende hasetiyden çatla
-Ben bilmem yarın kazandıklarından biraz para verirsin bana
-Avucuyu yala, ben kendime entari alacağım

Daha fazla uzatmama babam "sus artık oğlum şans ne yapalım" diyerek son verdi. Neyse sonunda bibimiz
kendine entari alacak kadar parayı kazandı.

Şimdi düşünüyorumda ne güzel günler yaşamışız, hayatın tüm zorluklarına, parasızlığa rağmen her şey
ne kadar doğalmış. Ramazanların, bayramların hatta yılbaşı gecelerinin bile bir başka tadı varmış.

"Fazla tanınmamış ses sanatçıları için yılbaşı gecesi televizyona çıkmak, şöhrete ulaşmanın en kestirme 
yollarından biri olarak algılanırdı. Tanınmış sanatçılar için tam on ikide ekranda olmak büyük prestijdi. 
Bunun kavgası günler önceden yapılırdı, programın perde arkasında olup bitenler anında gazete 
sayfalarına yansırdı. Falancanın ekrana çıkmak için kulis yaptığı, filancanın “O varsa ben yokum” 
dediği, bir assolistin on ikiyi beş geçe çıkması teklif edildiği için kıyameti kopardığı bütün ayrıntılarıyla yazılırdı, programlarında arabeske yer vermeyen TRT’nin seyirciye bir kıyak çekip Orhan Gencebay’ı çıkaracağı haberi bile gündeme bomba gibi düşmüştü.

Bir de PTT esprisi tabi ki "70’li yılların klişelerinden biri olan PTT esprisi yılbaşı gecesi öncesinde 
yaygın olarak yapılırdı. Çıktıktan kısa bir süre sonra tüketilmiş olmasına rağmen, dönemin espri 
anlayışını kavramakta geç kalmış olanlar buna bayılırlardı. “Yılbaşı gecesi ne yapacaksınız?” “
Hiç, PTT’ye takılacağız.” 

Aslında tükenmiş bir espriydi ama sosyal içeriği hiç azalmadı. Enflasyonla tanışmış, bolluktan yokluğa 
doğru gitmekte olan orta sınıf, eşin dostun bir araya geldiği büyük yılbaşı yemeklerinden, pijama ve 
terliklerin giyilip televizyonun karşısına oturulduğu mütevazı yılbaşı gecelerine geçti." (Kaynak leblebi
tozu)

Kırk birinci bölümün sonu
Mehmet Fikret ÜNALAN
( Bin Dokuz Yüz Seksene Doğru Kırkbirinci Bölüm başlıklı yazı MehmetFikret tarafından 1.01.2017 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.