Yazıma küçük bir anekdotla başlamak istiyorum. Meslek
yaşamımın altı yılını Almanya’da Milli Eğitim Bakanlığı öğretmeni olarak
sürdürdüm. Bu süre içinde her yıl ülkeme ara tatiller ve yaz tatillerinde olmak
üzere iki kez gelip tekrar Almanya’ya dönüş yaptım. Bu seyahatlerim sırasında
karşılaştığım durumlardan bahsetmek istiyorum öncelikle.
Hamburg
Havaalanından uçup Atatürk Havaalanına indiğimiz zaman karşılaştığım curcunayı
betimlemek ne kadar zordur benim için. Uçaktan inip pasaport kontrolüne girince
sorunlar başlardı. Yurda dönen yolcular arasında gürültüler, bağırıp çağırmalar
gırla giderdi. Pasaport kontrolü yapan görevlilerin yüzleri mahkeme duvarı.
Görevli, bir pasaporta bakar, kafasını kaldırıp bir de yolcunun yüzüne bakar.
Adeta yolcular topluca potansiyel suçluyduk! Kontrolden geçtin zor bela, vatan
toprağındasın. Taksiciler aman Allah! Sanki balina avına çıkmış kaçak
balıkçılar…
Geri
dönüşlerde Hamburg havaalanından içeri girildiğinde kar fırtınasına yakalanmış
birisinin sıcak bir cankurtaran odasına girmesindeki karşılaştığı duruma eş
değer sıcak ve sakin bir atmosferle karşılaşırdık. Alman polisleri gayet kibar
bir üslupla hoş geldiniz deyip giriş işlemlerini kısa sürede bitirirlerdi. Örneğin
yüz yolcunun Almanya’ya giriş işlemleri yirmi dakika da biter. Bizde ise aynı
sayıdaki yolcu en az bir saatte giriş yapardı. Hele de saat 24.00’ te ise bu
giriş çıkışlar…
Ve
Almanya’da doğa yemyeşil, parklar alabildiğine geniş ve tertemiz. Sanki başka
bir dünya, sakin sessiz. İnsanlar işlerine gidip geliyorlar… Siyasiler bağırıp
çağırmazlar, meclislerinde kavga sahneleri görülmez. Eleştirilerin dozajı
yükselmez. Suni gündemler yaratılmaz. Ve demokrasinin kuralları işletilir. “Berlin’de hâkimler var! Hiçbir
güç, hiçbir siyaset, hiçbir iktidar kral bile olsa adaletten üstün değildir.
Hiç kimse adaletin üstüne çıkamaz. Orada oturamaz.” batı, Almanya budur işte…
Ya bizde
durum nasıl! Üzülerek şu olguyu gözlemledim ülkemde. Kaotik olaylar zinciri yaşanıyor sürekli.
İlginç bir haber çıkar, bir olay gelişir ülkemizde, gündeme oturur. Hepimiz
etkileniriz. Aradan fazla zaman geçmez bu kez daha farklı dalgalandırıcı
olaylarla karşılaşırız. Önceki olayı unutturur yeni olay ya da haber. Bu döngü sürüp gider geçen yıllar içinde… Ben
isterim ki, ülkemde güzellikler yaşansın. Birbirimizi sevip sayalım. Kavgalar,
dövüşler en aza insin…
Siyasilerimizin
maşallahı var! Nice ezan sesi duyulmamış, insan onurunu yerle bir eden sözler
ederek küfür edebiyatının nadide örneklerini veriyorlar. Çoğu kez suni gündem
oluşturup ülkenin, halkın enerjisini boşa harcıyorlar. Demokrasi, seçim,
eleştiri, duygudaşlık henüz bu topraklarda olgunlaşmadı.
Demokrasi diyorsak
sorunları bağırarak, kavga ederek değil konuşarak, anlaşarak çözebilme
olgunluğunu göstereceğiz. İçtenliksiz, suni gündemlerle şark kurnazlığına
kaçmakla ülkede ulusal birliği yakalama yolunda bilmem başarı sağlayabilir
miyiz?
Atatürk
paylaşılamaz oldu yeniden. İktidar partisinden ana muhalefet partisine kadar,
kısaca bil umum tüm partilerimizi Atatürk sevdası sardı. Tanımlanamaz,
betimlenemez bu yakıcı sevda. Sevda-aşk-sevi çok hoş insani duygulardır zapt
edilemeyen. Saygı duyulur bu duyguyu yaşayanlara…
Yıllarca okumak-okutmak,
aydınlanmak-aydınlatmak eylemi içinde olan bir öğretmen olarak siyasilerimizi
saran bu aşka saygı duyuyorum. Atatürk’ü ben de seviyorum. Ve diyorum ki, madem
seviyoruz O insanı. Vuslata ermek için şu işleri yaparsak ancak O’nun sevgisini
hak ederiz. Aşkımız da sorgulanmaz…
Atatürk’ün
özdeyişleriyle anlatımımı uzatmak istemiyorum. O, halkını çok seviyordu.
Bizlerin çalışkan ve üretici olmasını istiyordu. Yaşadığı dönemde ülkede köylerde
yaşıyorduk. Ülke ekonomisine en büyük katkıyı köylü sağlıyordu. Fakat köylü
yokluklarla, hastalıklarla, cehaletle iç içeydi. Bilinir. Kentlerde durumda iç
açıcı değildi. Yurttaşlarımızın okuma yazma oranı tek rakamlı sayı ile ifade
ediliyordu.
Ulusal
Kurtuluş Savaşı utku ile sonuçlanmış. Mustafa Kemal’e sorarlar; başkomutan sendin,
düşman yurttan atıldı. Şimdi ne olmak istersin? Cevaplar Atatürk, Milli Eğitim
Bakanı olmak isterim. Meclisimiz O’na daha büyük paye verdi. Cumhurbaşkanı
yaptı.
Halkının
aydınlanmasını isteyen Atatürk eğitim alanında büyük devrimler yaptı. Eğitim
Birliği Kanunu ile bütün çocuklarımızın okur-yazar olmasının yolunu açtı. Ülke
kaynakları kısıtlı. Köylere gönderilecek öğretmen yok. Askerlik görevini
yaparken okuma-yazma bilen askerlerimiz sivil hayatta kurslara alınarak köylere
eğitmen olarak gönderildi. Ülkede cehalete karşı büyük savaş başlatıldı.
Büyükler için Halkevlerinde okuma-yazma kursu açıldı.
O’nun hedeflediği
Türk Kültürünü çağdaş uygarlık düzeyinin üzerine çıkarmak için ölümünden sonra da
köylünün aydınlanması için Köy Enstitüleri açıldı. Bu okullarda uygulanan ülke
koşullarıyla bire bir örtüşen bilim ışığında hazırlanmış örnek bir müfredat
uygulanıyordu.
Ve ülkede laik bir
yönetim anlayışı uygulama alanı buldu Atatürk’le birlikte. Bu konuda şu gerçeği
bilmek ve bu gerçek ışığında ülkenizdeki uygulalarla yüzleşmek zorundayız.
Hristiyan Avrupalılar Otuz ve Yüz Yıl Savaşları yapmışlar. Bu savaşlar, onların
mezhep savaşlarıydı. Sonunda inanç olgusunun Allah ile insanın vicdanı arasında
bir akit olduğu gerçeğine varıp din işlerini yönetim işlerinden ayrı tutarak
laiklik uygulamasını başlatmışlar. Bilinir.
Bizler hala birbirilerimizin inancını
sorguluyoruz, ibadet yerlerimize, ibadetlerimize müdahale ediyoruz. Kılık
kıyafetimizle birbirilerimizi yargılama aymazlığından kurtulamıyoruz.
Atatürk’ü paylaşamayan
iktidarda olanlar ve iktidara gelmek için çalışanlar tüm partilerin Atatürk
sevginize ve onu paylaşamamanıza saygı duyuyorum. Sevginizde içtenlikli iseniz O’nun sevgisine
layık olmak istiyorsanız O’nu takip ediniz. Gittiği yoldan gidiniz biz
yurttaşları da arkanıza alarak.
Öncelikle okulculuk
faaliyetlerini sadece Milli Eğitim Bakanlığı bünyesinde yürütmeyi birinci hedef
olarak seçin. Bu çalışmalara cemaat ve tarikatları katmayın.
Öğretmenlik mesleğini
O’nun yaşadığı yıllardaki gibi cazip hale getirin ve ülkenin gereksinimi kadar
öğretmen yetiştirin. Ve ücretli, sözleşmeli öğretmen uygulamasına kesinlikle
son verin.
Ülke koşullarına en uygun
müfredat hazırlayın ve eğitim alanında bilimden yana köklü reformlar yapın.
Batı ülkelerinde rastlanmayan dershanecilik uygulamalarını tarihe gömün. Ülke
yönetiminde laiklikten vaz geçmeyim…
Son söz olarak
siyasilerimizden şu istirhamda bulunmak istiyorum. Atatürk uzun mücadelelerle
geçen kısa yaşamında 3997 kitap okuduğu bilinir. Sizler de biz yurttaşlarımızı
okumaya aydınlanmaya yönlendirici uygulamalar yapın. Milli Eğitim camiasında
yıllarca bulunmuş bu öğretmenin anlatılarına kulak verirseniz Atatürk’ü
paylaşım kavgası yapmaz O’nun ruhunu rahat ettirirsiniz, ettiririz. İrade sizin,
bizim; takdir Allah’ın…