‘’Körlük insan aklının körlüğü için
kullanılmış bir metafor. Ya körüz ya da deliyiz.’’
(Saramago)
Bilinciyle dirilen ve deliren bir
yengecin ayaklarından dökülüyor parçacıklar ve toz bulutuna karışan aklın
iklimlerinde ter döküyor gecenin işçileri.
Renklerin buhranına talip olan bir
veryansın adeta ve çer çöp karışan rüyalarımız elbet gerçeklerin delirtirken
isyan eden yalanlar gibi ve sözcükler dikiyoruz yakalarımıza sonra da
yakalarımız bir araya gelmiyor tıpkı iki ayrı yakada birbirini özleyen semtler
gibi mutsuzluğa gölge düşüren bir çıyan ve mutlak özgürlüğe atıfta bulunan bir
isyan.
Körelen deyişler var sağanakta saklı
ve mevsimler var asla rüştünü ispat edemeyecek…
Eriştiğimiz mevsime atıfta bulunan
baharlar ve kışı yaşayan cehennemde cennet yolcusu kimse aramıza karışan zebani
ve gölgelerin de müridi iken zalim ve zulüm yüklenmiş sıfatlar elbet
bahşedilecek yeni günde açacak da gelincikler ve nazlanan mutluluk eninde
sonunda çalacak kapımızı.
Yüreği ihya eden sevgiden yana
katıksız ihbar ettiğimiz yamalı yüreklerimiz ve yarım ağız sevdiğimiz bir ömrü
uğurlayıp da kendimizle ve ölümle yüzleştiğimiz.
Fakir tininde rest çektiğimiz
mutluluk kadar da yabani bir dürtü adeta içgüdünün esaretinde doluşan hikmet ve
rahmet aşkın da arka penceresinde rüzgârın tüttürdüğü yalnızlığın dumanı tüm
dünyayı kaplamışken.
Billur sesi özlemin.
Akışkan kıvamında yetersizliğin.
Ve sevgiden yana kastımız olmuşken
koca bir ömür şimdi acele ile sevmekten yana tüm derdimiz belki de inkâr
ettiğimiz kadar da iddia ettiğimiz iç sesimiz her halükarda tepişen dış sese
olan rağbetle yok sayıldığımız kadar yok saymanın de meali kimsesizliğimize
düşen gölgede kayıt açtığımız bir defter elbette ölen duygularımıza taziye
ziyareti yapıp da açık mezarın başında beklerken misafirimizi belki de
uğurladığımız her şey için derin bir özlemle kazıyoruz adımızı satırlara ve
ölümü değil umudu sahipleniyoruz ki payımıza düşen de illa ki bu.
Her yanlışta saklı doğruluk payı ve
doğruluğun da doğradığı gerçekler ve açılacak her artı parantezde insanın
insana ve evrene ihaneti nihayetinde evrenin kustuğu her acıdan nasiplenen yine
nice iyi ve masum insan elbet mazlumların ahı yerde kalmazken nasiplenen iyi
yürekli nidalar ve solan imgelerin tutarsızlığında çetrefilli bir yolculuk.
Renkler solan.
Işıklar aksayan.
Aksıran dış ses ve çaput b/ağlayan iç
ses.
Mağdur kimlikler ve imleci olmayan
bir anlatı aşkın da habis bir ur olarak teşrif ettiği ve ihtiyaçlar
hiyerarşisinde tüm ihtiyaçların bir şekilde karşılanmayacağı iddiası ile
yüzleşip gerçeğe dönen bunca kâbusun aslında insanlar için de yeni bir dünyanın
ilk evresi olduğu.
Günümüz gerçekleri.
Gerçeklerin hep inkâr edildiği.
Yalanların refüze ettiği güneş gibi
ve ışıktan beslenen hayat ve sevgi denen imla gereksinimleri elbet kendi
bacağına kurşun yağdıran bir yeis ile çatlak sesinde iblisin yeniden
doğabilmenin gücü ve umudun ara ara firar etmesine rağmen hayattan, bir şekilde
dayanmayı şart koşan insanoğlu ve yardımcısı iken İlahi Güç, her şerde saklı
hayrın da yardımı ile güneşin ısısında eriyen nice buz dağı en çok da sevgiyi
ve umudu hayata katık yapan insanların inancı ile aşamayacağı tek engelin de
olmadığı gerçeği.
Körlük kadar delilik.
Deliliğe vurup da hayatı hala
gülümseyebilmenin de asla zor olmadığı.
Metaforlar sarmalında aşkın ve
inancın da himayesinde açacağımız ve aşacaklarımız elbette kalp gözümüzle
önceki hayatımızda yaptığımız tüm yanlışlardan da arınacağımız gerçeği ile taşa
dönmüş yüreklerin bile yumuşayacağının da garantisi iken vicdanlı insanların ve
mazlumların ve çocukların hatırına ihya ettiğimiz iç dünyamız kadar dünyayı da
saran körlük ve ihanetten kurtarmak adına elbet İlahi Gücün yardımıyla
aşacağımız ne çok dağ ne çok tepe.