Eksik etekli bir katilsin, sen
neftisine hasret olduğum gözlerinde yıkanırken şiir özlemin de dibe vurduğu
bazen bir tutku bazen tutulan nutku en çok da koyu gözlerine gecenin
sığındığım, yalnızlık ve ölüm kokan ufku bir bir deşip de içimi eşleşen uzakta
sönmeyen o feri, ocağımda çıkmadan da yangın yâdında dünün tesellilerle ördüğüm
günü yarına çıkmak adına belki de kestirmeden gittiğim yolun kaldırım
saçlarında esen rüzgâra meyleden öfkem kimine göre eksik kimine göre şanlı kimine
göre susuz ve sessizce kendine yolunda meyleden.
Tabiri caiz olmasa keşke bunca acının
kasvetinde saklı iken terennüm…
Dik acılı bir açı olmasaydı keşke
kalem, tesir altında kalmadan kendine biçtiği yol ve şiir ile şairin ara sıra
yüzü gülen.
Bir hane iken saklandığı.
Bir hare iken yakalandığı.
Bir hezeyan bir coşku bir de elem,
esefle söylenen bulutlara verdiğim emeği gözyaşıma üstüme başıma da çamur
sıçramadan ölmeliydim aslında dünde neyse kalan günü derme çatma bir bıçakla
deşip de yarın olmanın hayalini dünde unuttuğum canhıraş sözcüklerim ve kalemin
kuruduğu ıssız bir çölün efendisi iken hüzün adsız bir şiirde döktüğü yaşı
sadece içine akıtan nefesi ve ölü nefsi ve tüm acıları…
Bir potada da eridi mi iklim:
Başına buyruk rüzgârın çöreklendiği…
Bilinmezin şerh düştüğü bilindik ne
varsa örselendiği.
Diri ve dingin bir yas:
Dişli ve ateşli bir yara gibi iken
masallarda cirit atan kalem ve verdiği fetva.
Griden ruhu göğün gaipten gelen
coşkunun söndüğü.
Beyazın nefesinde acının kafesinde ve
işte imgeleri kefen ile örttüğü bir teselli nasıl ki tecelli edecektir
bilinmedik bir vakit kalemin nazında salınan sayfalarca akit en çok şairin
imzası ve ruhunun kırık tokası eşref saatini de beklerken zamanın zanların
sustuğu zemherinin nöbeti renklerin küstüğü gök kuşağının karanlığa tünediği o
mezar sessizliğinde mantık dışı bir harede hamlanmış iken kalem ve işte
dönenmediği artık bir semazen edasıyla etmeyi dilediği o veda nasıl da
sıkışıverdi dişlerinin arasına.
Bir düş takvimidir ruhuma asılı bazen
toksin bazen merhem acının yarasını kâh büyüten kâh azat eden.
Renklerse hummalı ve çılgınca bir
seyirden geçen.
Gölgeden ibaret olsa bile zaman, mekânsa
hoyrat bir esinti ve işte diş bileyenlere düş takvimimi sunduğum bir o kadar
zarif bir esinti ve de zeytin dalı.
Bağdaş kurduğum kadar barışamadım da
gitti hani günle:
Hep mi dün hep mi yarın?
Anda saklı varlığım ve mevcudiyetime
bandığım bir özlem kimliksiz değil kifayetsiz hiç değil belki de kindar zalime
bir söylem çocuk kalmadan geçip gidemezken kendimden bağdaşık duygular resitali
ve sözcüklerin ederi nice şiire zimmetli ve nice masal nice deneme göğün
profili saklı iken şiirin hikâyesinde…
Yazarın
Önceki Yazısı