‘’Çocuksun
sen her ayrılıkta imlası bozulan
Susan
bir çocuktan daha büyük bir tehdit
Ne olabilir, sorumun karşılığını bilmiyor kimse
Kötü bir anlatıcıyım oysa ben’’(Ahmet Telli)
Acının resmini çek
demiştin o gün hani ruhun açı ortayında saklı hüznün s/ağlamasını yaptığımız
günün gecesinde hasret ırmağında yüzdürdüğümüz gölgemizin tam da teğet geçtiği
istikamette saklı bir metafor misali şiire meyleden duyguların çizdiğimiz resminde.
Sonrasında
gülücüklerimiz kundaklanmışken göz ucuyla yeşeren bir tohuma yaşaran
mikroplarla bağdaşı oturduğumuz acının rozetini takmak ne kelime acının
belirteci iken yer ve gök ve kaynayan kanımızda saklı tüm akyuvarları tensiye
edip al yanaklarında göğün metruk kentler inşa ettiğimiz şiirin verdiği hükümde
saklı gaipten gelen bir sır gibi.
Naftalin kokulu bir
geceyi nasıl unutabilir ki insan hele ki içi mazisi ile yüklü hele ki manidar
söylemlerin fikir yürüttüğü şaibeli gölgelere verip veriştirdiğimiz bin bir
gecenin masallarına sarılı solan benzimiz ve nifak sokanları değil dua
okuyanları sevip de el ele verdiğimiz.
Gün bu gün geceden
çok kısa.
Hassas yüreğimin
örülü olduğu mısralar kadar miski amber kokan göğün ve işte şair yüreğimin
sefasını süremediğim kadar mazhar olan hangi gerçek ise çekçek arabasına
yüklediğimiz binlerce mısra binlerce kafiye ve işbu miladın sonsuz ittifakın
göreceli varlığında huşu içerisinde yaşamanın da asla imkân dâhilinde olmadığı.
Başımız elbet göğe
erdi.
Mintanımız elbet çekti
yerkürenin çekim gücüne karşı gelmek ne kelime ve çekincelerimizi uyutup da
düştüğümüz bu yolda uygunsuz teklifleri yerle bir edip yerin dibine soktuğumuz.
Gün haşin.
Gece durgun.
İmsak ise
beklemede.
Yediğimiz vurgun ne
ki yemediğimiz haram lokmanın indinde…
Bir sefa bir sefil
rüya ve işte istifli ne çok nota saklı noktanın kabrinde hem yıl uğursuzun,
şiir ise uğurum en çok katliamın yapıldığı dizeler sofrasında imgeler sofasında
ve işte sosyetik bir işkence kabilinden her sus payı söylemde nokta yerine
koyduğumuz kâh üç nokta kâh ünlem…
Ünlendiğimiz ve de
uğruna savaş verdiklerimiz elbet değişimin değişmeyen muadili iken maskeli
yüzler bulvarında kan kaybeden dürüstlük değil elbet varsın eşlik etsin matem
yeter ki mahreme dokunmasın haram eller.
Miyop yalnızlığın
tekil hücresi.
Önsezinin önemsiz
iken son cümlesi.
Ve işte noktanın
kalbinde saklanmış tüm bitişler tüm vedalar üstü örtülesi bir hazine gibi hem
gizemli hem hikmet dolu.
Ataların ve atanmış
acıların da çoktan rüştünü ispat ettiği.
Bir çengi bir de
çengele takılan en çok da yalnızlığın hicretinde dudak ve şiir uçuklatan…
Böyle mi bitecekti
hikâyemiz üstelik henüz başlamışken…
Olsa olsa şiirin
hikâyesinde saklı kayyum ve matem en çok da neşredilen bir nesri b/ölüp da
ortadan ve kesilen cümleleri dizeye çeviren bir minvalmişçesine şiirin ve
şairin kundaklandığı yalnızlığın egemen olduğu kurtlar sofrasında sadece
Rabbine ve umuda meyleden şairin doğasında mevcut ne varsa hayat gibi şiir gibi
damgasını vurduğu kadar ömre…
Kazanız mübarek
ola…