Bir Şiir “KİBRE KİMYÂ “(Kibrin Kimyası Yapısı) Azıcık Tahlil

 

Kibir ve yönetici birleşince sonuç ne olur?


Bugün çok sevdiğim eserleriyle bizi mest eden duygu ve hisler diyarına mana ile iman ile götüren o güzel Hanım kızım Feride yani Güşta’nın şiiri için klavyenin başına geçtim. Umarım bir parça ondan güzellik kaparak içine bir parça mana ekleyebilirim. Hayranlıkla okuduğum bu şiiri için hanım kızım teşekkürler ediyorum.

 

Kibir Nedir? “Kibir, kendini başkalarından üstün görmektir. Başkalarını beğenmeme ve kendini diğerlerinin üstünde görme davranışıdır. Bir davranış olarak dışarıya yansımayabilir. İnsan kendi içinde gizli bir büyüklenme hissine sahip olabilir.”

“Sözlükte “büyüklük” anlamına gelen kibir (kibre), tevazuun karşıtı olarak “kişinin kendini üstün görmesi ve bu duyguyla başkalarını aşağılayıcı davranışlarda bulunması” demektir; ancak kelimenin daha çok birinci anlamda kullanıldığı, büyüklenme ve böbürlenme şeklindeki davranışların ise bu huyların dışa yansımasından ibaret olduğu belirtilir. Aynı kökten gelen tekebbür ve istikbâr kibre yakın anlamlara gelmekle birlikte kibri büyüklük duygusu, tekebbürü ise bu duygunun eyleme dönüşmesi şeklinde yorumlayanlar da vardır (meselâ bk. Gazzâlî, III, 343-344; Ferîd Vecdî, VIII, 43). Kaynaklarda, tekebbürün en ileri derecesinin gerçeği kabule yanaşmayarak Allah’a karşı büyüklenmek ve O’na boyun eğip kulluk etmeyi kendine yedirememek olduğu ifade edilir. İstikbârın iyi ve kötü olanı vardır. İyi olanı insanın büyük ve değerli bir kişi olmayı istemesi, bunun için gerektiği şekilde davranması, gerekli niteliklerle donanması; kötü olanı ise kişinin sahip olmadığı meziyetlerle övünerek kendini olduğundan farklı göstermeye çalışmasıdır. Tekebbürün de benzer şekilde iki farklı anlama geldiği görülür. A‘râf sûresinin 146. ayetinde kibir taslayanlar eleştirilirken “haksız olarak” kaydının konması dikkate alınarak bir kimsenin sahip olduğu gerçek meziyet ve erdemleri ölçüsünde kendi değerinin farkına varmasında bir sakıncanın bulunmadığı belirtilmiştir (Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “kbr” md.; Lisânü’l-ʿArab, “kbr” md.; Tâcü’l-ʿarûs, “kbr” md.). Ucb (kendini beğenme), ihtiyâl ve huyelâ (büyüklenme), fahr, tefâhur (övünme), tahkir (başkasını aşağılama), tecebbür (zorbalık), tuğyan (taşkınlık) gibi kibre yakın anlamlarda kullanılan başka kavramlar da bulunmakla birlikte bunlardan yalnız ucb kelimesi kibir gibi literatüre ahlâk terimi olarak girmiştir. Kaynaklarda genellikle ucbun kibirden farklı olduğu belirtilir. Buna göre kişinin kendini büyük, başkalarını küçük görmesine kibir, başkasını küçük görmeden kendini ve yaptıklarını beğenerek böbürlenmesine de ucb denilir. “Kişinin geçici değerlere aldanıp onlarla avunması” anlamına gelen gurur da Türkçe’de “kendini beğenme, böbürlenme” manasın da kullanılmaktadır. Türk İslam Ansiklopedisi”

 

 

KİBRE KİMYÂ

Kelâm Hâkk'tan gelmez dersin, yazdıkların yoktan mıdır?

Ne ki kalem kelâm versin, bu fikr mutlak noktan mıdır?

 

Ey kendini bilmez bir damla iken kendini derya sanan, yaratılan her şey nedensiz midir? Kendi başına mı bir işlev görür? Sözü (kelam) dil mi gönül mü söyler, hak mı söylettirir? Sen mi söylediğini sanırsın da böbürlenir kendinden bilirsin? Yazdıkların yoktan bir an da mı meydan çıkarda yazarsın, böyle bilirsin ey kibri ile gezen kendini hakkı bilmeyen? Kalem bir ağaçtan dır ne söz söyleyebilsin ki, sen fikrinle hala bu noktada hala kendini bir şeyler sanarak böbürlenerek hala bu noktada durmuş, böyle bilerek haktan uzakta mısın?

“Sözlükte "maddî ve manevi açıdan etkilemek, yaralamak" anlamındaki kelm kökünden mastar ismi olan kelâm "konuşma, söz söyleme, sözlü etkiyi algılama" manasına gelir. "Konuşma melekesinden yoksun bulunmaya aykırı durum, zihinde bulunan anlamın dille ifade edilmesi" diye tanımlanan kelâm örfte ağızdan çıkan anlaşılır sese verilen addır. Dinî bir terim olarak da "Allah'ın konuşma yetkinliğine sahip bir varlık olduğunu bildiren sıfatı" diye tanımlanabilir (Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, "klm" md.; Ebü'l-Bekā, s. 756, 758).Alıntıdır”

“Kur’an, nazil olmaya başladığı andan itibaren dil, belâğat, fesâhat ve üslup bakımından inanan inanmayan herkesi büyülemiştir. Onun kalplerde meydana getirdiği hayranlık Allah’ın kelâmı oluşuyla ilgilidir. İfadelerinin sade, akıcı ve kolay anlaşılır olmakla birlikte sahip olduğu üslup, benzerinin meydana getirilmesini imkânsız kılmaktadır. Dolayısıyla bir şair veya edibin Kur’an’ın sahip olduğu üstün edebi üsluba benzer ifadeler kompoze edememesi, ancak onun ilahi kaynaklı oluşuyla izah edilebilir. Kısacası, Kur’an’ın kendine has edebî bir üsluba sahip olması, onu diğer eserlerden ayıran en önemli niteliklerden biridir. Bazı ayetlerde yer alan cinlerin ve insanların Kur’an sürelerine veya onun ihtiva ettiği sözlere benzer ifadeler meydana getiremeyecekleri konusundaki meydan okumalar , onun bu özelliğiyle ilgilidir. Dergi Park”

Hamd, gökleri ve yeri yoktan var eden, melekleri ikişer, üçer, dörder kanatlı elçiler kılan Allah’a mahsustur. O dilediği kadar fazlasını da yaratır. Kuşkusuz Allah her şeye kadirdir. Fatır Suresi

 

Sözün te'sir etmez cana, girmez hiçbir harf bohçana

Tevâzu et dön mercana, kibre secden çoktan mıdır?

 

Ey kendini bilmez kibirle gezen insan aç gözünü etrafına bak, bakmazsın, görmezsin, sezmezsin! Hiçbir sözün tesir etmez cana, çünkü sen sadece kendini düşünür ve yaşarsın, girmez hiç güzel bir harf gönül bohçana aklına fikrine. Tevazu et.

 

 “(Tevazu kelimesi genellikle alçakgönüllü kişileri nitelemek için kullanılmaktadır. Bu kişiler, kendilerini diğer insanlardan daha yüksek ya da daha değerli görmemektedir. Tevazu sahibi bir insanda pek çok fazilet olduğu kabul edilmektedir. Affedici olmak, cömert olmak, kötülüğe karşılık vermemek ve fedakâr olmak bu kavramın diğer getirileri arasındadır. Tevazu göstermek ve tevazu sahibi olmak terimleri de bu kelime kapsamında kullanılmaktadır.)”

 

“İnsan kelimelere yüklediği anlamlarla söylemek istediklerini muhatabına iletir ve anlaşır. Kelimeler zihinlerde oluşan manaların aktarılmasına aracılık eden lafızlardır. Ancak kelimeler ifade etmek istediğimiz anlamları aktarmada her zaman yeterli olmayabilir. Çünkü insan, sonsuz düşünce ve his dünyasını sınırlı olan dilin imkânlarıyla ifade ederken birtakım zorluklarla karşılaşır. Sanat ve edebiyat alanında olduğu gibi din alanında da yaşanan tecrübenin dille ifadesinde farklı anlatma ve kavratma metotlarına başvurulduğunu görürüz. İnsanın bu zorluğu aşmada başvurduğu araçlardan biri de sembolik anlatımdır ve hemen hemen bütün din ve kültürlerde görülen bir anlatım metodudur. Duygu ve düşüncelerin kelimelere yüklenen zengin çağrışım ve anlamlarla örtük bir şekilde ifade edilmesi sembolik anlatımla mümkündür. Özellikle Teoloji alanında nesnel, soğuk ve katı gerçekliğe dayanan dilin yanı sıra sıcak ve sezgiye dayalı esnek sembolik dilin imkânlarından yararlanılabilir. Tanrı’nın mâhiyeti ve onun için yapılan ibadetlerin derinliğini kuru ve yalın bir dille ifade etmek mümkün olmayabilir. Alıntıdır”

 

Tevazu et dön mercana, tevazu et az buluna inci(mercan)gibi değerli ol tevazu her yerde her insanda bulunmaz. Kibrinle ona yani kibre secde ederken Rabbini unutursun, kendini sen ne sanırsın, kendini bilmemen hakkı bilmemen kibre çok secde etmenden yani onunla her an kendini büyük görerek, Rabbini unutmandandır.

 

Bu kervânda hırsta gözün, enâniyet kaplı özün

Kim derse ki sahîh sözün, aldığın ders toktan mıdır?

 

Bu hayat yolunda kervanında zamanın ömrün içinde hırsta gözün, tek ben kazanayım her şey benim olsun yanlışıyla enaniyet (Enaniyet; Kişinin kendisine müstakil bir benlik vermesi hem kendi varlığını hem de etrafındakilerin varlığını Allah'tan bağımsız görmesi, davranışlarını, bakış açısını bu zihniyete göre düzenlemesi anlamına gelir.) ile kaplı özün bir şeyi bilmezsin görmezsin! Kim der ki sahih (aslına uygun, doğru, gerçek.) bu halinle senin sözün ey kendini hakkı bilmez nankör insan. Senin aldığın ders tok kaldığın sürece sadece tok olmayı bilmek, aç olanları bilmeyen halindendir.

 

 

 

Edep koymaz hâlin tende, hâdden iz yok güvertende

Var ki piştim san dur sende, nefse bahşiş haktan mıdır?

 

Edep koymaz bilmez, halin tende, hadden yani haddini bilmez halinle sende had bilen bir hal yok gönül güvertende ya da taşıdığın gönül güvertende. Dokunmaz mı edep sana sana değilse edepsizliğin ürkütmez mi seni teninde ki tüyleri diken diken etmez mi? Sen bu edepsizliğinle piştim san dur, nefse bahşiş verdikçe onu övdükçe o da seni kralsın sandırır seni yanıltır yoldan çıkarır, bu yaptığın hakkın nazarında kitabında var mıdır ki yaparsın ey insan kendini hakkı bilmez.

 

 

Hây'dan hû'ya uçmaz rûhun, peşindesin bindir şûhun

Nesli nerden bu gürûhun, ya söndür ya yaktan mıdır?

 

Haydan, Hayy anlamında (Diri, canlı olan; ölmek şanında olmayan ey Rabbini bilmez insan) hu ya uçmaz ruhun, hu (Hû mukarrebûnun (Yaklaşmış, dost kabul edilmiş (kimse), yakın) makamı olup makamların en yücesidir. Buna göre bizatihi var olan sadece (Alemlerin Rabbi) O'dur; O'nun dışındakiler mümkün varlıklardır ve yok hükmündedir. Peşindesin bin bir şuhun (Serbest ve neşeli tavırlı, işveli, cilveli (kadın peşindesin)

 

Nesli nerede bu güruhun (değersiz, aşağı görülen, küçümsenen topluluk, değersiz kimseler topluluğu, ayaktakımı, sürü.) Vatanın değerini bilmez içten dıştaki düşmana yardım eden. Ya söndür seni yakanı bu seni yakmaktadır bu halin bu seni yakandandır nefsin halindedir, benliğine değer verip ondan başkasını değersiz görmendendir.

 

 

Bî-haberken aczin yekten, dönmezsin bâtıl direkten

Zannet söz ince ipekten, sükût etmek laktan mıdır?

 

Bir Haberken(habersizken) acizliğin bir olan Rabbinin sana verdiği yüklediğindendir acizsin bu halinle bilmesinde bilmesin de köle olmuşsun sömürenlerle berabersin kölesin özgürlüğün ne olduğunu hakka teslimiyetle bilmezsin dönmezsin bu yanlış yoldan, sen zan et ki söz ince ipek gibidir narindir anında gönlü kırar parçalar söylerken sözünü bil de dinle de anla da söyle ya da sus, sukut et, sen susmayı bilmezsin boş söz söylemekle, boş konuşmak sükûtumdur böyle boş konuşursun.

 

Yoğrulmuşken zârla yazın, ne ola ki imtiyazın?

Mânâ üşüten ayazın, leş mi yoksa paktan mıdır?

 

 

Yoğrulmuş ince ince özün yazın bahtın kaderin, ne olacak ki imtiyazın ayrıcalığın iznin? Mana üşüten ayazın, mana derin gönlü hoş tutup ısıtırken sen manasız sözlerle ayaz gibi donduran sözlerle üşütürsün, bu dondurucu halin leş gibi olmandan mıdır bunca değersizliğinle değerli olanı almayarak ben bilirim benliğinle leştendir, yoksa paktandır olamaz pak böylesine leş kokmaz.

 

 

Zikirdeyken cümle nâme, gafla eksildi ruznâme

Sen yanmadan yanar hâme, özü kamış kökten midir?

 

· · • • • · · GÜŞTA

Zikirdeyken cümle name name isim hakkın ismi dillerde, gafınla eksildi sen (ruz: gün) günün her günün anın ömrün. Sen yanmadan yanar hame (başın üstü), özü kamış köktenimdir gölde yetişen bir ağaç mıdır başın içindeki akıl az düşünsene ey insan. (Kamış Efsanesi: Bu efsane Anadolu’ da dilden dile dolaşır ve çeşitli şekillere girer. İranlı şair Senai’nin anlattığı hikâyeye göre bir padişah sırdaşına başkasına anlatmaması şartıyla bir sırrını söyler. Zamanla bu sırrı kimseye söyleyemediği için hastalanan adam, başvurduğu hekimin tavsiyesi üzerine uzaktaki bir göle gider ve sırrı haykırır. Sonraları bu gölün kıyısında biten kamıştan yapılan ney, padişahın sırrını bütün dünyaya ilan eder.)

 

“Klasik Türk edebiyatı olarak da tabir ettiğimiz divan şiiri, bütün zamanlar boyu insan hayatının her safhasına dokunan, onun inanç, düşünce ve duygu dünyasını kemaliyle ihata edebilmiş, çağları aşan bir ifade zenginliğine sahip sanat faaliyetidir. Divan şiirinin sayısız beyitleri arasında hayatın her veçhesini, insanoğlunun çeşitli zaaf ve faziletlerini, hayal ve kurgularını, ideal ve hedeflerini okumak mümkündür. Bu şiire bütünüyle yaşanan hayat ve yaşayan insan yansımış durumdadır. Böyle olduğu içindir ki bugün insana dair işaret ettiğimiz pek çok tespitin vaktiyle yapılmış olduğunu, “iyilik-güzellik” adına aradığımız faziletlere Osmanlı Türkçesinin şiir üslûbuyla değinilmiş olduğunu görürüz.”

Mehmet Aluç


( Bir Şiir Kibre Kimya- Kibrin Kimyası Yapısı Azıcık Tahlil. başlıklı yazı kul mehmet tarafından 20.09.2021 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu