Hangi renktin ve de hangi ilahi düş?
Göçebe mevsimlerden arakladığım bir rüzgârdın
matemine yandığım yakardığım aşkın ambarında kendimi bulduğum ve aç bir tavuk
gibi gagalarken özlemi.
Yeis dolu idi hayat ve de reisi idim
yalnızlığın şahlanan şah damarımdan da yakın olana duyduğum devasa aşk ve
ihtiyaç
Hiçliğimi ektim.
Biçtiğimdin.
Hazzı verdim kendime yalnızlığın.
İçilesi şerbetti içimde duyumsadığım.
Her satıra kendimi koydum ve her
resmi rötuşladığım: taslağı ömrün tasa yüklü benliğim ve tahayyül dahi
edemediğimdin.
Gün sönmüştü.
Göğün ışıldağı ise kayıp.
Hangi mecrada saklı idi bu yolcuk ve
cidden çok mu ayıptı sevdanın tek kıvılcımından binlerce şiirin doğup da
yolculuk ettiğim miydi tahayyül edemediğim kadar da tezattı duygularım bazen
aşkın hüsranına yenik düştüğüm bazen atar damarım atağa geçen her hücremle
kalbimi şehit vermiştim kalemin dokunduğu varlığıma.
Gönülsüzdü kimi insan yaşarken.
Bense gönüllü gittim çıkan savaşlara.
Mazlumla zalimin yolculuğu ve asılı
kaldığım göğün revnak dokusu.
İhtiva edendi özlem bense ihtimamla
severken.
Kavuşmak ne kelime sesine dahi
duyduğum hasretim sonlanmazken üstüne üstük ektiğim her umut yarına gebe bir
şiirin de bekasında saklı iken mutluluğun konduğu ufuk.
Göz hizasındaydın ruhumun.
İzlek bildiğim bir günün bir saatin
inzivası.
Kat ettiğim yolun.
Kaybolduğum ormanın.
Aslında hiçliğe haiz olup varlık
addedilendi sevgim.
Maruzatım vardı ya da yok.
Mizacımsa şaşkın.
Münzevi bir gölgenin peşinde genelde
kendi gölgemle kavga ettiğim.
İtiraz hakkı tanımazken Tanrı.
Beyit dolusu sırlarla dolu iken
yazgı…
Ah, bir de alnımın akı.
Lakin yüzüm gözüm mürekkep lekesi
çünkü aşk dediğimdi yazma sevdam.
Azığım.
Yolluğum.
Hicranım.
Çıktığım dik yokuşum.
Ve de dibe vurduğum.
Adeta dip boyası hüznün kendimi
kalemimle vurduğum…
Üstüm başım şiir.
Yolluğum ve yolsuzluğum binlerce
cümle.
Kalemin nazına yenik düştüğüm ve
evren bahşetmişken bu aşkı benim gibi sefil bir kula ve tam da her şey bitti
derken önüme çıkan bu devasa enginliğe dahi sığamadığım öyle ki bedenim dar gelen
ve iklimden firar eden:
Bazen rüzgâr.
Bazen tutuşan ocak.
Yağan rahmet.
Bense kavuşmaya hasret.
Sağanağın her damlası elbet
ahmakıslatandı yakalandığım ne de olsa doğasında saklıydım sonsuzluğun
ç/ağrısının.
Yankısı yoktu madem sesimin ve işte kalemimin
sesi çıkmışken ayyuka.
Bir şiire nazmet.
Bir hikâyeye niyet.
Bir romana kısmet.
Dur durak bilmeden duyumsadığım ve
kalemin hicap yüklü serzenişi elbet beni çağıran uzaklardan ve de yakın
durduğum tuzaklardan men edip kendimi aşkla kalemim iken bana yoldaş bana
sırdaş…
Aşka âşıktım madem ezelden şimdilerde
duyduklarım kimse okuyan gazellerden gazel beğendiğim ve de şiarım iken yazma
coşkum aşkı milat edindiğim en delişmen rüzgârın ruhuna konan bir göçmen kuş
gibi kanat çırptığım elbet kalemim iken kanatlarım ve de kalemim iken hayatın
nabzını her alamadığımda masanın başına geçip yazdığım…
Yazgımı kabullendiğim kadar yazmaktı
alt yazı geçtiğim hayata.
Yazılmak sevgiliye ve de posta
güvercinleri ile kendimden kendime yolculuğumda bir dakika sonrasını dahi
tahayyül edemezken kalem ve yazma coşkusu bir kez girmişken kanıma.
Kayıt altına aldığım kadar kayda
değer ne var ne yok ve işte kimsesizliğimi giyindiğim bu dik hayat yokuşunda
eşlik eden nüktedan nüktesi kalemin arzı endam eden ilham perimin tutuşan
eteklerinde yanmanın ve de yakmanın güzelliği en çok da sonsuzluğun dileği ve
dilemması çünkü kalem sonsuzluğun tek mecrası tek meali tek meramı iken…