Peygamberimiz H.Muhammad Mustafa (s.a.v)in hatırasına ithafen
Hayat hikayesinin 113.bölümü
onun zamanı
güneşin en yücede bulunduğu zamandı
bundan dolayı onun gölgesi yoktu
uzaktı o her türlü gölgeden
arınmıştı her çeşit karanlıktan
onun suretinin gölgesi
farklı saatlerde
farklı yerlere düşerek
öğlen saat on iki güneşi gibiydi
bizzat onun yaşantısını
onun söz ve tavırlarını
izlemekle yükümlüyüz
oysa biz
o bir hatıra değil
bir hayal de değil
canlı biçimde aramızda çünkü
tek bir anın değil
tüm vakitleri kuşatan bir simgedir o
vaktin her saniyesine şahit tutulmuş
başka biri yok yeryüzünde
görünen de o
gören de o
“emredildiğin gibi doğru ol “
emrine uydu
o emre göre hareket etti
onun hiçbir karanlık gölgesi yoktu
o yüzden de nurlara gark oldu
güneşle tecelli eden Allah’ın nur-u ilahisi
onun için yollarımızı aydınlattı hep
ayın Sahibi’ne
güneşin Sahibi’ne
güneşi sağ elime
ayı da sol elime verseler
ben yine bu dinden
bu tebliğden vazgeçmem
diyen de o
aya ve güneşe bir daha baktım penceremden
sevgiyle yaratılmamış olsa hiç ısıtır mıydı
aydınlatır mıydı güneş
ay yansıtır mıydı onun ışığını geceleyin
en sevgili
vahyin emini olabilir miydi
kelime-i tevhidin tamamlayıcısı olabilir miydi
Rabbinin sözünü yansıtabilir miydi
ve halen,
onu seven yüzlerde
onun nuru parlayabilir miydi
varlığın efendisini sevdikçe
güneşle ayı birliyor
hayranlık duyuyoruz onları Yaratan’a
bitirirken başa döndüm yine
penceremi açtığım ana
sonra güneş onun nuruyla gölge saldı
doğularla batıları kapladı
ondan
aynen onun zuhurundan evvelki gölgelere
ne nurlu gölgeler meydana çıktı
sırrına mazhar kılındı zaman
kemal bulunca
çaresiz bütün gölgeler uzar gider
suretler ilk noktadan
son noktaya
onun feyziyle canlanır
onun aşkıyla fena bulur
güneşli gecelerde
tek bir gerçek zuhur eder alemde
vahdet sırrına şahitlik eder o
Allah’ı hakkıyla tanır
Allah’ın hakikati onda görünür
her aşıkta
güzelin nurlu çehresi tecelli eder
seven kalbin tasvire ihtiyacı kalmaz
tahayyül edilmesi bile yeterli
yüz yıllar önce ölmüş gitmiş biri nasıl sevilebilir
nasıl soluk alabilir kalpler
ona duyulan aşkla
aşkın en açık delili seven yüzler değil midir
seven yüzün hakikati
o değil midir
işte bu sevginin ilahi niteliğine açılıyor kalplerimiz
varlığın efendisinin güzelliğini sadece
nazari tanımlarla ifade etmek bu yüzden imkansız
ona yolladığımız salat ve selamlarla
sevgiden düşünceye ve akıldan dile
dilden kalbe dikey bir eksenle derinlerimize işler
onu sevmenin zevkine vardıkça
bir müjde taşınır gönüllerimize
o sonsuz zevki yaşarız
efendimiz o yüzlerde canlıdır
bu kalplerde diridir
böylelikle kalpten kalbe geçer
yüzden yüze
dilden dile göçer
yaydıkça yaşatırız sevgimizi
seven ve sevilen oluruz
her şey
alemlere rahmet olarak gönderilen efendimizle başlar
onunla nihayete erer
biz de her şeyle
her şey arasındaki bağı böyle kurarız
bizi ilahi ipe
sıkı sıkı bağlayan bir bağlılıktır o
bu yüzden
efendimizin örtülüdür yüzü
en mahrem sevgimizi temsil eder bizim
her birimizde başka bir yüzüdür belki görünen
onu tek bir bakışın biçimlendirmesine
tanımlamasına izin verilmemiştir
suret yasağı bu sayede
o herkesin içinde
o her kişinin kendi bakışında
biricik sevgidir o
*
efendimiz,
mekke ordusunu dört kola ayırdı
sağ kol kumandanı seyfullah hz. halid bin velid
mekke'ye aşağı taraftan girecekti
sol kol kumandanı hz. zübeyr bin avvam
şehre yukarıdan, küda denilen mevkiden girecekti
üçüncü kol sa'd bin ubade kumandasında idi
ensar birliklerinden ibaretti
seniyye tarafından şehre girecekti
piyade birliklerinden meydana gelen dördüncü kola
ebu ubeyde bin cerrah kumanda ediyordu
mekke'nin üst tarafından ilerleyecekti
efendimiz
kumandanlara şu emri verdi
size karşı konulmadıkça
size saldırılmadıkça
hiç kimseyle çarpışmaya girmeyeceksiniz
hiç kimseyi öldürmeyeceksiniz.
hicretin sekizinci yılı
ramazan ayının on üçü cuma günü
gün henüz yeni ağarmıştı
efendimiz, devesi kasva'nın üzerindeydi
mübarek başında yemen işi siyah bir sarık vardı
sarığın bir ucunu iki omzunun arasına salıvermişti
bir haşmet ve vakar içinde
mübarek belde'ye giriyordu
bir taraftan, Allah'ına kendisine
bu günü gösterdiğinden dolayı hamt ediyor
minnet ve şükrünü arz ediyor
diğer taraftan da fethi iki sene evvelinden
haber verip müjdeleyen fetih suresini okuyordu
bu kendileri için
ashabı için en mesut
en sevinçli anlardan biriydi
dillerde acı söz yok
kalpleri fetheden tatlı tatlı sözler vardı
simalardan tebessümler damlıyordu
mücahitlerde büyük zaferlerin
muhteşem fetihlerin verdiği kendini kaybediş yoktu
nefislerine, kalp, ruh ve dillerine hakimiyet vardı
islam ordusu efendimizin emri gereğince
hiç kimseye kılıç kaldırmadan
edep ve hürmet içinde
mekke'ye dalga dalga giriyordu
bu arada
halid bin belid’in kumandanlık ettiği kola
bir taarruz oldu
taarruz ikrime bin ebi cehil gibilerle
topladıkları halktan bazıları tarafından yapılmıştı
hz. halid, önce karşılık vermek istemedi
çünkü emir bu meyandaydı
ancak müşriklerin saldırıyı hızlandırıp
mücahitleri ok yağmuruna tuttuklarını görünce
vuruşmaya müsaade etti
müşrikler kaçmaya mecbur kaldılar
çarpışmada iki mücahit şehit düştü
müşriklerden 13 kişi öldürüldü
durum resul-i ekrem tarafından öğrenildi
hz. halid huzura çağrıldı
müşriklerin müslümanlara saldırdıklarını
mücahitlerin sadece kendilerini
müdafaa etmek zorunda kaldıklarını öğrenince
Allah'ın hüküm ve takdir ettiğinde
hayır vardır buyurdular
bundan başka on bin kişilik muazzam islam ordusu
mekke'ye girerken hiç bir çarpışma olmadı
müslümanlar silahlarını kullanmadılar
efendimiz, mekke'ye girer girmez
halka eman verdiğini ilan etti.
kim ebu süfyan'ın evine sığınırsa
ona eman verilmiştir
kim, elinden silahını bırakırsa
ona eman verilmiştir
kim, evine girer, kapısını kapatırsa
ona da eman verilmiştir
müşriklerden bir kısmı evlerine
diğer bir kısmı ebu süfyan'ın evine sığındı
on bini aşkın islam ordusu mekke'ye girmişti
mekke sakin ve asude bir gün yaşıyordu
herkes emniyet içinde idi
resul-i ekrem kasva'nın üzerinde
terkisinde üsâme bin zeyd
sağında hz. ebu bekir
etrafında muhacir ve ensar topluluğu
kabe-i muazzamaya doğru ilerliyordu
efendimiz tevazu içinde
Allah'a minnet ve şükran hisleriyle dolu
bir manzarayla haremi şerife girdi
müslümanlar da akın akın
muazzam mabede doğru akıyorlardı
resul-i kibriya tekbir getirince
müslümanlar da hep bir ağızdan
Allahü Ekber diyerek
mekke ufuklarını bu kutsi seda ile çınlattılar
bu ulvi sedaya
bu mübarek beldenin dağı, taşı
Allahü Ekber
Allahü Ekber
Allahü Ekber
diyerek karşılık veriyordu
resul-i kibriya, binlerce sahabi arasında
devesi kasva'nın üzerinde
kabe'yi tavafa başladı
peşini ashab-ı kiram takip etti
tavafın her devresinde ellerindeki değnekle
hacerü'l-esvede işaret ederek onu istilam ediyordu
tavafın yedinci devresinden sonra
kasva'dan indi
makam-ı ibrahim'e varıp orada
iki rekat namaz kıldı
sonra da zemzem kuyusuna vararak
ondan hem su içti
hem de abdest aldı
bunu safa tepesine çıkışları takip etti
oradan etrafa baktı
kendisine bu muazzam günü gösteren Yüce Allah'a
bir kere daha minnet ve şükranlarını takdim etti
kureyş müşrikleri
kabe'nin çevresine üç yüz altmış put dikmişlerdi
tebliğ ettiği tevhid inancı ile
akıl, ruh ve kalplerdeki putları yıkıp
binlerce insanı getirdiği nurun etrafında
pervane gibi döndüren resul-i kibriya
tevhid inancına uygun bina edilmiş kabe'yi
asliyetine kavuşturmak için
putlardan temizlemeye başlıyordu
elindeki asa ile
o putlara birer birer işaret ederek
‘Hak geldi, batıl zail oldu
muhakkak ki batıl yok olup gidicidir
ayetini okudu
işareti alan her put yere düştü
putun yüzüne işaret ettiyse arkasına düşer
arkasına işaret ettiyse
yüz üstüne düşerdi
böylece kabe içinde ve çevresinde
yere yuvarlanmayan hiç bir put kalmadı
öğle namazı vakti girmişti
nebiy-yi ekrem’in emriyle
hz. bilal, kabe'nin üzerine çıkarak
ezan okumaya başladı
imanlı gönüllerde bir sevinç, bir canlılık
imansız gönüllerde ise üzüntü ve yıkılış vardı
seneler önce boynuna ip takıp
sokak sokak dolaştırdıkları
akla gelmedik eziyet ve işkencelere
maruz bıraktıkları köle bilal
şimdi kabe'nin üzerinde gür sesiyle
şirk ehlini çatlatırcasına
tevhidi ilan ediyordu
onunla beraber adeta dağ taş da
tehvid-i ilahiyeyi
kendilerine mahsus dillerle haykırıyordu
bu müstesna manzara karşısında
azılı müşrikler kahroluyordu
o sırada kureyşliler
muhammed, bu siyah kargadan başka
adam bulamadı mı ki
bunu müezzin yaptı diye konuşarak
hz. bilal’i habeşi'den
tahkirle söz ettiler
bütün bu olup bitenler
mekke halkı üzerinde derin tesir bırakıyordu
gönüllerini islama ısındırıyor
hz. resulullah ve ashab-ı kirama
besledikleri kin ve adavetlerinin erimesine
sebep oluyordu
resul-i ekrem
osman bin talha'ya haber göndererek
kabe'nin anahtarını getirmesini emretti
osman bin talha anahtarı alıp getirdi
kainatın efendisi yanında hz. bilal
üsame bin zeyd
osman bin talha (r.a.) olduğu halde
kabe'ye girdi
içerdeki suret ve putların temizlenmesi için
daha önce emir buyurmuşlardı
ancak henüz onlardan eser vardı
bir emirle bu izlerin de silinip
her tarafın tertemiz edilmesini istedi
bir müddet kabe'nin içinde kaldıktan sonra
dışarı çıktı
o sırada hemen hemen bütün mekke halkı
mescid-i haramın etrafında toplanmış
haklarında verilecek hükmü merakla bekliyorlardı
resul-i ekrem
kabe-i muazzamanın kapısında durdu
mübarek yüzünde beliren tatlı tebessümleriyle
halka bakıyordu
Allah'a hamt ve senadan sonra
şu hutbeyi irat etti
Allah'tan başka ilah yoktur
yalnız O vardır
O’nun şeriki yoktur
O, vadini yerine getirdi
kuluna yardım etti
aleyhinde toplanan düşmanları
tek başına perişan etti…
bilmelisiniz ki
cahiliyye devrine ait
iftihar vesilesi yapıla gelinen her şey
kan, mal davaları, bunların hepsi bugün
şu ayaklarımın altında kalmış
ortadan kaldırılmıştır…
bütün insanlar adem'den (a.s.)
adem de topraktan yaratılmıştır
Allah buyuruyor ki
'ey insanlar
sizi, bir erkekle bir dişiden yarattık
sonra da, birbirinizi tanıyıp kaynaşasınız
ve aranızdaki münasebetleri bilesiniz diye
sizi milletlere ve kabilelere ayırdık
Allah katında en şerefliniz
O’ndan en çok korkanınızdır
muhakkak ki Allah her şeyi hakkıyla bilir
her şeyden hakkıyla haberdardır…
resul-i ekrem (a.s.m.),
bu hitabesinden sonra halka
ey kureyş topluluğu
şimdi hakkınızda benim
ne yapacağımı tahmin edersiniz
kureyşliler hep birlikte
şöyle seslendiler.
sen kerem ve iyilik sahibi bir kardeşsin
kerem ve iyilik sahibi bir kardeş oğlusun
ancak bize
hayır ve iyilik yapacağına inanırız…dediler
resul-i Kibriya şöyle konuştu
benim halimle sizin haliniz
yusuf'la (a.s.) kardeşlerinin hali gibidir
yusuf un (a.s.) kardeşlerine dediği gibi
ben de sizlere diyorum
'bugün sizin için bir kınama yoktur
Allah, sizi affetsin
O, merhamet edenlerin en merhametlisidir
gidiniz, sizler serbestsiniz…’
affedişlerin en makbulü,
muktedirken affetmek
iyiliklerin en güzeli
kötülüklere karşı yapılandır
merhametlerin en üstünü
kendisine acımayanlara acımak
şefkat etmek ve merhamette bulunmaktır
işte kainatın efendisi bunu yapıyordu
çünkü, o
Cenab-ı Hakk'tan dersini şöyle almıştı
‘kolaylık göster, affa sarıl
iyiliği tavsiye et
cahillerden de yüz çevir…’
peygamberimiz (s.a.v.)
mekke'nin fethinden sonra
artık hicret kalkmıştır
hicret için biat yapmak
artık yoktur buyurdu
redfer