YARDIM
Bir
oda ve mutfaktan müteşekkil, rahmetli eşinden kalan gecekonduda yaşam
mücadelesi veriyordu yaşlı kadın. Rahmetli eşi, devletin arazini çalmamış; alın
teriyle almıştı yerini.
Uysal uysal duran
kiremit ve naylon parçalarını kuvvetli rüzgâr, çatıda birer serseriye
döndürüyordu. Rutubet yiyen duvarlar, gücünün yettiği sıvaları alaşağı etmişti.
Bununla da yetinmeye rutubet, kat kat kalitesiz boya vurulmuş duvarların bazı
yerlerine fırçasız darbelerle karalar çekmişti.
Yağmurlu günlerde
çatının saç ve tenekelerinde ritmik ve tempolu bir şekilde tepinen damlalar,
zayıf buldukları yerlerden yorgunluklarını giderebilmek için içeriye sızıyordu.
Torunları, sızıntıların biriktiği naylon kaplarda sahilde oynayan çocuklar kadar
mutluydular.
Beton zemindeki
birkaç kilim ve paspas, yamalı bir bohçayı andırıyordu. Duvarda ışık veren
birkaç yeri pencerenin kıskandığını sezimleyen yaşlı kadın, oraları bir
şeylerle kapatmıştı. Torunları, duvarların zavallılığına o kadar inanmış olmalılar
ki onları hiç çizip karalamıyorlardı. Pencere ve dış kapı altı, rüzgârın ıslığına
bazen bir başka tempo tutuyordu.
Yaşlı
kadın, sabahın köründe ezanla birlikte uyandı. Bir bölmesi naylonla kapatılmış
pencerenin önünde ezanı dinliyordu. Bir asra yaklaşan yaşıyla bir çınar gibi
dimdik ayakta durabiliyordu hâlâ. Fakat çaresizlik içerisinde kıvrım kıvrım
kıvranıyordu. Çünkü iki küçük torunu ve sağ yanını felç vurduğu için damadı
tarafından terk edilip yüz üstü bırakılan bahtsız kızına bakmak zorundaydı. Bu
yüzden hayatla sürekli didişiyor, çaresizliğini süistimal edip de hiç
kimseciklere el avuç açmıyordu.
Bazen vicdanı duyarlı
birkaç konu komşu, zekât ve sadaka müessesiyle ve “Komşusu aç iken tok yatan
bizden değildir.” düsturuyla kendilerine kucak açıyordu. Hele hele ihtiyacı
olduğu halde hiç mi hiç dilenmiyordu. Her yönüyle ibretlik abidesi bu yaşlı kadın,
küçücük gecekonduyu geniş yüreğiyle evirip çeviriyordu.
Yaşıtları
bastonla bile zor yürürken yaşlı kadın, yaşına başına hiç aldırmadan namazdan
sonra düştü yollara. Hayatın her bir figürüyle kırış kırış olmuş yüzünde evin
bugünkü ihtiyacını karşılayabilir miyim endişesi hâkimdi. Duvar diplerinden,
çöplerden birkaçında hiç ummadığı kadar kâğıt bulunca yüzündeki o endişe
korkarak kayboluyor; ağzının ön kısmında kalan ikişer dişi görününceye kadar
bir tebessüm yüzünü kuşatıyordu.
Kâğıt toplamakla o
kadar meşguldü ki gençlik yıllarına ait bir anısını hatırlamayı ya da bu
meşakkatli hayat karşısında hayıflanmayı, şikâyet etmeyi aklının ucundan bile
geçiremiyordu. Arabası kâğıtlarla doldukça onu çekerken bir hayli zorlandığı
için yılların oluşturduğu kamburu, o zaman kendisini daha çok belli ediyordu.
Çöpleri karıştıran
kediler ve köpekler, daha çok alışkındı seksen iki yaşındaki Dürdane Nine’ye.
En azından bazıları gibi onu garipsemiyor, ona tuhaf tuhaf bakmıyor ya da
acımıyorlardı. Arabasını doldurabildiyse şükreder, umduğunu şayet bulamamışsa
aza kanaat etmesini bilirdi. “Çok şükür! Bu gün de doldurabildik tekneyi.” dedi
Dürdane Nine. Saat, dokuza doğru geliyordu. Topladıklarını satıp kazandığı
parayla eve bir şeyler alarak gitmek istiyordu bir an önce.
Asparagas
ve magazin peşinde koşmayan muhabirlerden biri, haber için dolanırken Dürdane
Nine’yi fark etti. Onu sessiz sedasız takip ederken güzel enstantaneleri
yakalayabilmek için onun birkaç fotoğrafını çekti. Bununla da yetinmeyen muhabir,
kendisine zaman zaman kol kanat geren ajanstaki kameraman arkadaşını durumdan
haberdar etti.
El ele veren iki
arkadaş, şimdi televizyon haberleri için çekim yapıyordu. Yorulmuş olan Dürdane
Nine, kaldırım taşına oturunca bu ikiliye gün doğmuştu. Yaşlı kadının yüzünde
gezinen yorgunluk okunuyordu ama yüzünde asla hayata karşı bir karamsarlık ve
pes etme sezilmiyordu. Yüzünde hür bir şekilde tebessüm gezinen Dürdane Nine’ye
muhteşem ikili yaklaşarak:
-
Kolay gelsin nine! Yorulmuşsun… dediler.
-
Sağ olun evlatlarım! Yoruldum. Hem de çok yoruldum. Yaşlılık işte! Ne
yapalım?..
-
Nine! Haber yapmak için sizinle konuşabilir miyiz?
-
He!.. Olur… Yapın haber. Ne olacak ki?..
Hayatında
bir kere olsun belki gazete okumayan, kamerayı belki de hiç görmeyen Dürdane
Nine’de heyecandan hiçbir eser yoktu. Ekmeği için haber peşinde koşuşturan
gençleri, kıramamıştı yaşlı kadın. Çünkü ilk kez birileri tarafından bu kadar
çok yakından fark ediliyordu. Birileri, bu güne kadar görüyorlardı ama hiç fark
etmiyorlardı onu.
Gençlerin görüntü
almalarına da izin veren Dürdane Nine, onların sorularına büyük bir samimiyetle
diline şikâyetler dolamadan, kadere bir an olsun söylenmeden cevaplar verdi.
Attığı yorgunluğunu çoktan unutuvermişti yaşlı kadın.
Kendisine
teşekkürlerini dile getiren gençlere “Gençler! Benimle işiniz bittiyse ben,
yarım kalan işlerimi tamamlayayım.” diyerek onların yanlarından ayrıldı. Tekrar
yollara düşerek gözden kaybolup gitti. Sattığı kâğıtların parasıyla bir şeyler
alarak evinin yolunu tuttu yaşlı kadın.
* * *
Akşam
haberlerini izleyenler, ertesi gün bu haberi gazetede okuyanlar, başka gazete
ve kanallarda da yer almasını isteyenler, muhtelif yardım dernekleri geç
farkına varabildikleri bu yaşlı kadının kapısına yığılmışlardı. Biri gidip biri
geliyordu bunların.
Hayatının hiçbir
anında görmediği bu kalabalık kareler karşısında şaşkın göründüğü kadar bir o
kadar da sıkılmış görünüyordu yaşlı kadın. Farkında olabilmeyi
yakalayabilenlerin getirdikleri yardım malzemeleriyle dolup taşmıştı her yer.
İçinde adım atılacak bir yer bile kalmayan gecekondu, mütevazılıktan uzaklaşıp
sıyrılmıştı. Geçmişte neredeyse yas tutan gecekondu konuşmaların, seslerin, uğultuların
neşesiyle kırk yılın başı kendisine bayramlık alınan bir çocuksuluğa bürünmüştü.
Yaşlı
kadın “Üç gün sonra bir köşeye atılmış bir paçavra gibi unutulur gideriz.”
dedi. Fakat o, karşılıksız bir şeyleri kabul etmenin karşısında utancından
yerin dibine girdiği için “Ben, bildiğim işten şaşmam.” diyerek severek yaptığı
işe devam etme kararlılığını gösterdi.
O, iş beğenmeyenlere; kısa yoldan köşeyi dönme hevesinde olanlara, her şeyi devletten bekleyenlere, insanımızın yardım duygularını sömürüp süistimal edenlere, maddi durumu yerinde olduğu halde Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfından yardım alanlara hiç mi hiç benzemek istemiyordu.
HÜSEYİN ÜSTÜNSOY