“Yağmurun
yağdığı saatlerde
Uzun yollara bakıyorsun uzun.”
Dizeleriyle başlayan şiirle ilgili anılarım ve
şiirlerle ilgili yazılarım sürecek demiştim. Şiir beni en çok etkileyen yazım
türü. Yaşamın akışında hep bir şiirsellik bulurum. Bir Belçikalı şair ülkesinin
çayırlarının yeşilinden özge renkler bulamaz. Renk zenginliğini, farklı
renklerin cümbüşünü gözlemlemek için güzelim ülkemize gelir. Hayran kalır bu
şair güneşin yedi renginin doğaya yansımış şiirsel hallerine.
Nazım ustanın dediği gibi
“Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan bu memleket bizim.” Evet, bu memleketin
denizlerinin, göllerinin, ova ve dağlarının göz kamaştırıcı güzelliğini kuzey
ülkelerinin güneşe hasret insanları çok daha iyi anlıyorlar. Bu şiirsel güzel
yurtta yaşayıp coşkulu duyguların anlatıldığı şiir sanatını sevmemek ne mümkün.
Hele de benim gibi kaval,
davul-zurna, ney, tulum, bağlama seslerini dinleyerek büyüyenler için....
Çocukluğum kalabalık köyümün içinde at yarışları, cirit oyunları, karakucak
güreşleri ve de zengin folklorunun kıvrak figürlerinin sergilendiği halk
oyunlarını izleyerek geçti. İlk gençlik ve gençlik yıllarım süresinde bu
etkinliklerin faal bir katılanı oldum hep. Köy odalarında halk ozanlarının
sazlı şiir ve öykülerini dinledim.
Daha ilkokula başlamadan
şairini bulamadığım şu şiiri okurmuşum.
“Yükseklerden uçan kara bulutlar,
Serpiyor göklerden kucak kucak kar.
Bembeyaz dallara serçeler konmuş
Hep yollar kapanmış, dereler donmuş.”
Sonra ilkokul ikinci sınıfta sevgili
öğretmenimizin getirdiği dergiden Eşsiz Asker adlı bir şiiri ezberledim. Okulda
yapılan bir etkinlikte bu şiiri vücut dilini kullanarak okudum. Okuma stilim
çok beğenildi. Ulusal bayramlarda sınıfın şiir okuyanı olup çıktım. O yıllarda
en çok, yıllar sonra şairinin Oktay Rıfat’ın babası olduğunu öğrendiğim Samim
Rıfat’ın Asker Koşması adlı şiirini okurdum.
“İstiklâl savaşı
gençleriyiz biz:
Tarihe koç Türkler diye
şan verdik!
Yurdumuz azizdir,
çiğnetmeyiz biz:
Uğruna bu kadar kahraman
verdik.
Aç çıplak savaştık
tipide, karda,
Kartallar avladık sarp
kayalarda,
Sakarya önünde
Dumlupınar'da,
Ulu Gazi'mize imtihan
verdik.”
Bu kahramanlık şiiri
okurken kendimi Atatürk önderliğinde Başkomutanlık Meydan Muharebelerinin bir
küçük askeri gibi hissederdim. Şiirin tamamını öğrencilerime ne çok okudum.
Birlikte okuduk. El elden üstündür derler. İlkokul dördüncü sınıftayım. Babası subay olan köylümüz bir kız, beşinci
sınıfı köyümüzde okudu. O anı hala güzel bir fotoğraf karesi olarak hatırlarım.
İnce uzun boylu, zeytin karası gözleri, esmer tenli, örülü siyah saçlarıyla o
güzel kız şiir okumuyor bir bülbül gibi şakıyordu. Demek ki, daha nice güzel
şiirler ve güzel şiir okuyanlar varmış. Okuduğu şiir bana göre bayrağımız
üzerine en güzel yazılmış şiirdir.
“ Ey mavi göklerin beyaz
ve kızıl süsü,
Kız kardeşimin gelinliği,
şehidimin son örtüsü,
Işık ışık, dalga dalga
bayrağım!
Senin destanını okudum,
senin destanını yazacağım.
Sana benim gözümle
bakmayanın
Mezarını kazacağım.
Seni selâmlamadan uçan kuşun
Yuvasını bozacağım.
Arif Nihat Asya”
Ortaokul yıllarında şiir
okuma kaygım yoktu. Tek dileğim iftihara geçmekti. Bu dileğimi fazlasıyla
başardım. Ortaokul yıllarında ilkokulda edindiğim kitap okuma alışkanlığım
müzminlik düzeyine ulaştı. Ne çok roman okudum yaşamımın Robinson döneminde.
Şiirle olan buluşmam Öğretmen Okulu’nda Ceyhun Atuf Kansu’nun Dünyanın Bütün
Çiçekler adlı şiiri ile başladı diyebilirim.
Trabzon’da yatılı
öğrenciyim. Öğretmen adayı. Öğretmen Okulları’nın en birincil misyonu: Mesleği
seven, “gökte yıldız kadar köylerimize” ışık götürecek, dağ, tepe dinlemeden en
uzak köylerde seve seve çalışacak idealist duygulara sahip öğretmenler
yetiştirmekti. Bu şiirin içinde yurt sevgisi, çocuk sevgisi, yurdunun
aydınlanması için gereğinde canını veren öğretmenin yaşam öyküsü vardı. Okulda
yapılacak bir etkinlik için son sınıf bir kız arkadaşımız okul salonunda
mikrofonla bu şiire çalışıyordu. Kaç kez dinledim bu çalışmayı!
DÜNYANIN BÜTÜN ÇİÇEKLERİ
"Bana çiçek getirin,
dünyanın bütün
çiçeklerini buraya
getirin!"
Köy öğretmeni Şefik
Sınığ'ın son sözleri.
Dünyanın bütün
çiçeklerini diyorum
Bütün çiçekleri getirin
buraya,
Öğrencilerimi getirin,
getirin buraya,
Kaya diplerinde açmış çiğdemlere
benzer
Bütün köy çocuklarını
getirin buraya,
Son bir ders vereceğim
onlara,
Son şarkımı söyleyeceğim,
Getirin getirin...ve
sonra öleceğim.
…
Dünyanın bütün
çiçeklerini diyorum,
Okulun duvarı çöktü
altında kaldım,
Ama ben dünya üstündeyim,
toprakta,
Yaz kış bir şey söyleyen
sonsuz toprakta,
Çile çektim, yalnız
kaldım, ama yaşadım,
Yurdumun çiçeklenmesi
için daima, yaşadım,
Bilir bunu bahçeler,
kayalar, köyler bilir.
Şimdi sustum, örtün beni,
yatırın buraya,
Dünyanın bütün
çiçeklerini getirin buraya.
Kansu bir köy
öğretmeninin, öğrencilerine olan sevgisini yurt bahçelerinde açan çiçek
adlarıyla özdeşleştirerek destansı bir dille ne hoş şiirleştirmiş. Bu şiirin
verdiği duygularla mezun olan biz öğretmenler kendimizi birer Şefik Sınığ
olmaya adamıştık. Yıllarca yolsuz, susuz, ışıksız köylerde seve seve ve de hiç
gocunmadan çalıştık.
Aynı şiiri yıllar sonra
çalıştığım büyük bir okulda Öğretmenler Günü’nde okudum. Aradan yıllar geçti.
Sanal dünyada o şiiri okuduğum okulumdaki öğrencilerimle buluştuk. Hepsiyle
ayrı ayrı arkadaş oldum. Özellikle kız öğrencilerimin “Öğretmenim O şiiri
okurken duyduğumuz sesinizi unutmadık…” devamla bir kızım, “öğretmenim
ortaokulda sizin gibi şiir okudum” sözlerini duymak şiir adına ve kendi adıma
çok mutlu oldum. Şimdilerde birer genç hanım olan öğrencilerimden birisi,
“öğretmenim idolümüzdün” sözüyle bana coşkulu geçen yıllarımı bir kez daha
anımsattı. Erkek öğrencileri de sevgi ve saygılarını ilettiler. Önümüzdeki
günlerde buluşacağız. Anılarla ve o yıllarda okuduğumuz daha başka şiirleri
okuyacağız.
Evet, şiiri sevmem bana
hayatı, yaşamayı daha bir sevdirdi. Coşkulu ve neşeli yaşadım şiirler
sayesinde. Şiiri sevmem öğrencilerimle de sözlerle betimlenemeyecek uçsuz
enginlikte sıcak bağlar kurmamı sağladı. Öğrencilerime kitapları, okumayı
sevdirmede şiirin tılsımlı etkisinden çok yararlandım.
Şiirlerle olan yaşanmışlıklar
unutulur mu? Öğretmen Okulu’nda Edgar Allan Poe’nun emsalsiz güzel Annabel Lee
şiirini tanıdım. Bu şiirle başladı diyebilirim lirik ve pastoral şiirlere olan
bitimsiz sevdam. Bu şiir neden oldu diyebilirim Orhan Veli, Tarancı, Dranas,
Ümit Yaşar, Atila İlhan…daha nice yerli yabancı şairleri tanımama ve şiirleri
bir farklı sevmeme. İlkokula başlamadan babam şiirlerle süslü âşık kitapları
okurdu.
Âşık Kerem’in yıllar
sonra Aslı’sına kavuşup, vuslata ermeden, “ah” çekerek yanmasının trajik öyküsünü
babam kaç kez okurdu. Bu hazin sona çocuk kalbimle çok üzülürdüm. Aynı üzüntüyü
genç gelin Annabel’in beklenmedik şekilde trajik ölümüne ve genç sevgiliyi
elleri koynunda çaresiz bırakmasına da duymuştum. Poe’nun Beyzi Portre adlı
öyküde çok ilginçtir hazin sonuyla… Annabel Lee şiirini bir kez daha okuyalım
Melih Cevdet Anday çevirisiyle.
ANNABEL LEE
Seneler, seneler evveldi;
Bir deniz ülkesinde
Yaşayan bir kız vardı, bileceksiniz
İsmi Annabel Lee;
Hiçbir şey düşünmezdi
sevilmekten
Sevmekten başka beni.
O çocuk ben çocuk, memleketimiz
O deniz ülkesiydi,
Sevdalı değil
karasevdalıydık
Ben ve Annabel Lee;
Göklerde uçan melekler
bile
Kıskanırdı bizi.
Bir gün işte bu yüzden
göze geldi,
O deniz ülkesinde,
Üşüdü rüzgârından bir
bulutun
Güzelim Annabel Lee;
Götürdüler el üstünde
Koyup gittiler beni,
Mezarı ordadır şimdi,
O deniz ülkesinde.
Biz daha bahtiyardık
meleklerden
Onlar kıskandı bizi,_
Evet! Bu yüzden
(şahidimdir herkes
Ve o deniz ülkesi)
Bir gece bulutun rüzgârından
Üşüdü gitti Annabel Lee.
Sevdadan yana ,kim olursa
olsun,
Yaşça başca ileri
Geçemezlerdi bizi;
Ne yedi kat gökdeki
melekler,
Ne deniz dibi cinleri,
Hiçbiri ayıramaz beni
senden
Güzelim Annabel Lee.
Ay gelip ışır hayalin
eşirir
Güzelim Annabel Lee;
Bu yıldızlar gözlerin
gibi parlar
Güzelim Annabel Lee;
Orda gecelerim, uzanır
beklerim
Sevgilim, sevgilim, hayatım,
gelinim
O azgın sahildeki,
Yattığın yerde seni .
Şiirlerle ilgili
yazılarım devam edecek.