Ülkemin, özgür düşünceli, sürekli kendini geliştirme
içinde olan donanımlı yurttaşlarla yükseleceğine ve yer karasında her alanda
söz sahibi olacağına inananlardanım. Ailede, okulda verilecek nitelikli eğitim
genç kuşakların yaşama sorunsuz ayak uydurmasının olmazsa olmazlarıdır.
Bu
bağlamda çocuklarımızı geleceğe hazırlayabiliyor muyuz yetesiye? Bu ve benzeri
sorulara olumlu yanıt vermek gerçekçi olmuyor. Olamıyor maalesef. Yıllarca
eğitim-öğretim çalışmalarının içinde oldum. Bir ara acı vatan Almanya’da buldum
kendimi. Güzelim çocuklarımız arasında Alman sınıflarında.
Alman okulunda bir birinci sınıfı betimlemeye
çalışayım kısaca. Alabildiğine geniş bir sınıf. Sınıfın cephesinde boydan boya
geniş bölümlü dolaplar var. Dolaplar sınıf düzeyinde bol resimli kitaplarla
süslü.
Sınıfın
bir köşesinde oldukça çaplı bir yatak serili. Derste sıkılan öğrenci gidiyor
yatağa uzanıyor, sağa sola dönüp tekrar öğretmenini dinlemeye, derse katılmaya
çalışıyor. Sınıf mevcudu 20’nin biraz üzerinde. Evet, Alman meslektaşlarımın
izniyle derslerini dinledim birçok kez.
Alman okullarında test sınavı duymadım.
Ayrıca Avrupa’nın hiçbir ülkesinde dershane uygulaması yoktur. Öğrenciler
performanslarına göre çeşitli okullara seçilirler.
Almanya’da
bakanlık öğretmeni olarak çalıştığım 6 yıl boyunca uçakla yaptım
yolculuklarımı. Geliş gidişlerde uçakta Alman yolcularda olurdu. Abartısız
söylüyorum. Havada kalınan ortalama 3 saat içinde Alman yolcuların ellerinde
kitap gördüm çoğunlukla. Almanya içinde tren yolculuklarımda da sarı saçlı,
mavi gözlü Almanları okurken görür onları gıpta ile izlerdim.
Ülkeme
döndüğümde mesleğime daha bir öz güven ve donanımla başladım. Aklımda sürekli
biz niye Almanya’nın düzeyine gelmeyelim diye hayıflandım. Güzel ülkemde şunu
gördüm üzülerek. Okullarımız dershanelere basamak olmuş. Dershaneler yıl içinde
birkaç kez seviye sınavları yapıyor. Daha 3. Sınıftan başlayarak çocuklarımız
genelde hafta sonu ya da hafta içi dershanelere gitmek zorunda kalıyorlar.
Öğrenci-veli
müşteri, dershane işletmecisi işveren, işler yürüyor. Veli para ödüyor
sömürülüyor. Çocuklar yaşamlarının en kaygısız olması gereken çocukluk ve ilk
gençlik yıllarını büyük bir stres içinde yaşıyor. Oyun oynama, eğitsel
etkinliklere katılmak için zaman kalmıyor. Kitap okumaya ise hiç zaman
kalmıyor.
Oysa
okuyan, okuduğunu anlayan, soru soran, olayları neden sonuç ilişkileriyle
yorumlayan kuşaklar yetiştiren ülkeler yarınlarına güvenle bakıyorlar. Durum bu
olduğu halde mücadeleden kaçmak olmaz. Olmamalıydı. Bu anlattığım durum ilköğretim
okullarının faaliyet gösterdiği yılları kapsıyor.
Peki, 4+4+4 uygulamasında durum nasıl? Hani 12
yıl zorunlu oldu bu uygulama. Daha geçen yıl bir 2. Dört yıl eğitimi veren
ortaokul diye adlandırılan bir okulu ziyaret ettim. Yönetici ve öğretmen
arkadaşlarla sohbetler yaptık. Son dört yılda okuyan öğrencilerin tamamının
devamı sağlanıyor mu diye sordum okullarımızda. Özellikle kız öğrencilerin
okula devam etmedikleri, dışarıdan sınavlara girip diploma almaya
çalıştıklarını öğrendim. Hani zorunlu eğitim-öğretim çalışmaları okulda yapılır
ilkesi? Üzüldüm.
4 ve
5. Sınıfları okuturken sevi sınavlarından kaçış olanak dışı. Öğretmenlerin
başarı düzeyi özellikle seviye sınavlarında sınıfının başarı düzeyi ile
ölçülürdü. Okul yöneticileri sınıfların sevi sınavı sonuçlarını sene içi
öğretmen toplantılarında okuyup değerlendirme yapar. Zümre sınıflarımdan
öğrenciler dershanelere gidiyor. Ne yaptım ben. Donkişotluk burada başladı.
Önce
öğrencilerin iyi okuma, okuduğunu anlama ve kelime haznelerinin zenginleşmesi
için sınıf kitaplıklarını zenginleştirme çabasına girdim. Okulda hizmetlilerin
ücretlerinden, kırtasiyen parası derken birçok kaleme para toplanıyor. Ayrıca
sınıf kitaplığı için para istemek velilere bir ayrı sıkıntı. Nasıl kurulabilir
zengin kitaplık. Para gerek kitap almak için. İmamlarımız her Allah’ın cuması
para topluyorlar cemaatten. Hele ramazan ayında fitre-sadaka paralarının büyük
çoğunluğu da camilerimize akıyor.
En
azından birer fitre paraları niye sınıfıma gelmesin. Velilerime mektuplar
yazdım özel. Birer fitre paralarınıza talibim dedim sınıf kitaplığı için. Altın
kalpli velilerim beni kırmazdı. 40-45 kitaptan oluşan en az üç takım kitaplar
aldım çalıştığım yıllar içinde.
Törene meraklı bir halkız. Kitapları sınıfa
getirdiğim zaman okul idarecilerini ve sınıf annemizi davet edip kitaplığı
törenle açtık. Özellikle sınıf annemize kurdele kestirip, alışverişin
faturasını teslim ediyordum.
Kitap
dağıtımı için üç adet sırayı yan yana dizip kitapları seriverirdik masaların
üzerine. Her öğrenci en çok üç kitap seçebilirdi. Hafta sonları kitap değişimi
yapardık. Kol başkanıyla kitapların kontrolü sağlardık… Velilere de
toplantılarda her gün ailece akşamları en az 30 dakika kitap okumalarını
önerirdim. Ve her yıl İlçe Halk Kütüphanesine geziler yaptık.
Dershane
içinde şöyle bir çözüm ürettim. Okulda kurs açmak olanaklıydı. Müdürlüğün takdir ettiği en düşük ücretten 4 ve
5. sınıf okuttuğum yıllar kurslar açtım. Kursları her gün son dersten sonra
başlatır cumartesi dahil haftada 6 gün yaptım. 40 dakikalık kurs süresini çoğu
kez öğrencileri sıkmadan bir saate kadar uzattığım çok oldu. Ekonomik durumu
olmayan öğrencilerimi ücretsiz kursa alıyordum.
Seviye
sınavlarımda öğrencilerim dershaneye giden diğer sınıfların öğrencilerine daha
başarılı oluyordu. Çoğu dar gelirli velilerimin çocuklarının başarılarını
gördükçe gözlerindeki parlak ışık ve gücümseyen yüzleri benim biricik mutluluk
kaynağımdı.
Bir gün okulumuza İlçe Milli Eğitim Müdürümüz geldi. Okulda açtığım kurs ve kitaplık kurma öyküsünden söz açıldı. Müdürümüz, “ Hocam sınıfta fitre için para toplanır mı hiç? Mevzuata yasak işler yapmışsın…” diye sözler etti. Sayın müdürüm, “Meslek yalaşamım mevzuatla mücadele içinde geçiyor. Siz sıraların üzerine serdiğim kitapların oluşturduğu çiçek bahçesini, çocukların bu bahçeden çiçek koparırcasına kitaplara sarılmalarındaki coşkuyu görseniz umarım siz de mutlu olurdunuz diyerek müdürümüzü gülümsettim...