Depremlerin çokça yaşandığı bir ülkede yaşıyoruz.
7’den 70’e hepimiz bu doğa olayına ilgili nice anılar biriktirmişizdir
hafızamızın derinliklerine. Acı ama çok çok acı…
Daha
ilkokul 3. Sınıf öğrencisiydim ilk depremi yaşadığımda. Dün gibi anımsarım.
Öğleden sonra derste sınıftaydık. Sınıf sağa sola sallanmaya başladı aniden.
Kız arkadaşlarımız kara tahtanın önünde ders anlatan öğretmenimizin yanına
koştular. Ağlıyordu bazıları. Beş sınıflı okulumuzda bütün sınıflar bahçeye
çıktık. Öğretmenlerimiz bilgiler sundular deprem hakkında.
Babam,
36 ay yaptığı askerlik anılarını anlatırdı sık sık. II. Dünya Savaşı’nın amansız
günlerinde askermiş. O yıllardaki er ve subayların ruh hallerinin yanında 1939
Erzincan depremi de anılar arasındaydı:
“Arazideydik.
Ayakta durmak mümkün olmuyordu. Büyük bir kalburda sallanıyorduk adeta…”
Ortaokulda
en büyük zevkimiz sinemaya gitmekti. 50 kuruşu olanlar Çarşamba öğleden sonra
ilçemizin biricik sineması Ses sinemasında alırdı soluğu. Çarşamba ve cumartesi
günlerinin öğleden sonralarının ders olmadığı yıllardı. Sinemada 1966 Varto Depremini
konu alan bir film oynuyordu. Kerpiç duvarlı evin yıkıldığını anımsıyorum
filmin bir sahnesinde.
Derken
yıllar geçti aradan. Gediz’de deprem yaşandığında Öğretmen Okulu öğrencisiydim.
Biz öğrenciler dar gelirli aile çocuklarıydık. Yatılı okuyorduk. Ceplerimiz
delikti sürekli. Yine de bir yardım kampanyası düzenledik Gediz depremindeki
depremzede yurttaşlarımız için. Yaşadığımız yıllar içinde nice deprem haberleri
duyduk radyolarımızdan ve de giderayak televizyonlarımızdan.
Depremin
en acısı 1999 yılında oldu. Gölcük Depremi,
İzmit Depremi, Marmara Depremi ya da 17 Ağustos 1999 depremi, 17 Ağustos 1999
sabahı, yerel saatle 03.02’de yaşanan bu depremde büyük can ve mal kaybı
yaşandı. Bu depremde yaşananlar, yaşadıklarım bu yazının hacmini çok çok aşar.
Deprem
haberini çok uzaklarda aldım. Şavşat’ta köyümde. Televizyondan izledim yıkımı.
İnsanların garip acınacak hallerini. Bir hafta sonra döndüm görev yerim Derince
’ye. Daha Sakarya sınırında gözlemledim depremin acı gerçeğini. Okulumuzda
hasar yoktu. Lakin artçı depremlerin bir türlü ardı arası kesilmiyordu. O yıl
okulumuzun bahçesinde büyük çadırlar kuruldu. Çadırlarda ders yaptık.
Bir
kız öğrencim babasını kaybetmişti. O güzel kızımın gözlerindeki hüznü hiç
unutamam.
Derken
yaşam normale döndü. Aynı yıl okulumuzun yakınındaki bir büyük binaya taşındı
Derince belediyesi. 3 şubeden oluşan 3. Sınıflar belediyeye gezi planladık.
Başkan yardımcısı bizi karşıladı. Çalışmaları hakkında öğrencilerimizi
bilgilendirdi. Öğrencilerimizin sorularını yanıtladı. Bir soruda ben sordum
başlan yardımcımıza.
Televizyonlarda
ve basınımızda bilim insanları depremle ilgili bilgiler paylaşıyordu. Yerle
Kocaeli gazeteleri, Ankara’dan gelen ilgililerin ilimizde toprak zemininin,
deniz sahilinde iki katlı, yükseltilerin yakınlarında ise ancak üç katlı
binaların yapımına uygun olduğunu beyan ettiğini yazıyordu. Bu bilgiyi başkan
yardımcısına anımsatarak evet, bundan böyle yeni yapılacak binalar iki ya da üç
katlı mı yapılacak? Diyerek sorumu tamamladım. Başkan yardımcım ülke
gerçeklerini gözler önüne seren şu cevabı verdi bizlere:
Hayır.
İki ya da üç katlı yapılmaz… Yeni binaların kaç katlı olacağına belediyenin
ilgili birimleri karar verir. Ve binalarımız çok katlı yapılır yine de…
İşte
ülke gerçeğimiz! İktidara hangi parti gelirse gelsin. Halkımızın kötü talihi
değiştirilmez özellikle deprem konusunda. Sanayinin yoğun olduğu Marmara Bölgemiz
tam deprem kuşağının göbeğinde. İstanbul başta olmak üzere, Kocaeli, Sakarya,
Bursa, Yalova ve diğer bölgelerimizdeki büyük illere göçler yaşandı…
Ve
bu illerde yerden darı ekili sıklıkta konutlar yapıldı. Özellikle İstanbul… Dünyanın
en güzel kentlerinden biri… bu kentin varoşlarında kat üstüne kat kat dikilen
apartmanları ne derece depreme dayanıklı!? Bilim insanlarının görüşlerini her
gün büyük bir tedirginlikte izliyoruz. Büyük İstanbul depremi yaşanacak, “Belki
yarın belki yarından da yakın.” 1999 Marmara Depremi şiddetinde yaşanacak bir
İstanbul Depremini sonucunda yaşanacakları düşünmek bile istemiyorum.
O
halde ne yapmalı? Önemli olan bu! Depremler ve deprem sonu yaşanan kayıplar
bizlerin, ülkemizin kaderi değil sadece. Yer karasının hemen hemen her
tarafında yaşanıyor bu doğa olayı. Örneğin Japonya’da, ABD’de… Bilimin ve aklın
egemen olduğu bu ülkelerde 8 şiddetindeki depremler de bile çok az can ve mal
kaybı oluyor.
Belirtmeliyim. Depremi az hasarla atlatan
ülkelerin halklarının eğitim-öğretim düzeyleri en üst düzeyde. Halklar
aydınlanma yaşamışlar. Kendi sorunlarına kayıtsız kalmayan idarecilerini iş
başına getiriyorlar. Demagoji, ajitasyon yapan siyasetçiler pirim yapmıyor
yapamıyor siyasileri.
Sözün
özü dilerim halk olarak, yöneticiler olarak deprem gerçeğini iyice
içselleştiririz. Hızlı bir seferberlikle önce tüketici toplum olma
alışkanlığımızı terk edilmeli. Ülke çapında tüm konutların depreme
dayanıklılığını kontrolden geçirip, sağlam olmayan binaları yıkıp bilim
ışığında yeniden binalar yapmalıyız.
Dilerim
son yaşadığımız, hepimizi üzen Elâzığ Depremi hepimize ders olur. Depremle yaşamayı
öğreniriz artık. Çünkü deprem öldürmez… Cümlemizi tamamlayalım, bilimden
akıldan uzak kalmak ve sağlam yapılmayan evler öldürür.
Not: Fotoğrafta ön sırada soldan 5.
Öğrencim kaybetmişti babasını depremde.