Kendisini “Yunus gibi” adlı yazısıyla tanıdığım Şair ve yazar Ahmet Efe'yi kısaca anlatmaya çalışalım.
1985 yılında Türkiye Yazarlar Birliği
Çocuk Edebiyatı Ödülünü kazandı. On üç sayı süren Kandil çocuk
dergisini yönetti (1986).Hakkında Gazi Üniversitesi Kastamonu Eğitim Fakültesi
Türk Dili ve Edebiyatı Eğitimi Bölümünde “Ahmet Efe ve Çocuk Edebiyatımızdaki
Yeri” (1997) başlıklı bir lisans tezi ve Eğitim Bilimleri Enstitüsü Türk Dili
ve Edebiyatı Öğretmenliğinde “Ahmet Efe’nin Şiirlerinde Çocuk” (2004) adlı özel
bir çalışma hazırlanmıştı
Kısa ve uzun metrajlı bazı filmlerde
senaryo yazarlığı ve yönetmenlik yaptı. Mahalli radyo ve tv kanalları için
programlar hazırladı. Konya Büyükşehir Belediyesi ve İl Kültür Müdürlüğünce
neşredilen kitaplarda editörlük, sanat danışmanlığı ve grafiker olarak hizmet
sundu. 1998’den itibaren bir reklam ajansında yöneticilik yaptı.
Ahmet Efe, gerek söyleyiş, gerek içerik
bakımından geleneksel edebiyatımızdan beslenir. Özellikle ilk bölümde divan
şiiri ezgileri, bir aruz ahengi duyular. Sonraki bölümlerde, hele son bölümde
Tekke şiirinin sesi daha baskın.
Belli ki Ahmet Efe; Fuzûlî, Nâbî, Şeyh
Galip, Eşrefoğlu çadırlarında diz çökmüş ve hele Yunus Emre çeşmesinden tas tas
sular içmişti. Ve sanki biraz kendinden geçip “Resûlullah’a” şiirinin son
beytinde şöyle deyivermiştir:
Özümde
bin Yunus’un sevdası gizli durur/ Evet Sensin, sâde Sen bütün varım efendim’ . Can
Gazeli’nde Allah ve Peygamber sevdalısı bir derviş-şairin seslenişleri, kendini
hesaba çekişleri kadar, günümüz insanını uyarışları, çağımızdan hesap soruşları
da var.
Kendisini tanımama vesile olan o
müstesna eseri okuyucaya takdim
ediyorum.
(Bir garip derviştir Yunus...
Milletiyle ağlayan, milletiyle gülen. Anadolu toprağında yaşamış . Milletinin
ağlayan gözü, sızlayan kalbi, düşünen beyni olmuş. Kelimeler dudaklarında
feryad ederek, inleyerek, ah çekerek canlanırmış... Güzelim Türkçenin mimarı
olmuş koca şair. Hep iyiye, hep güzele, hep gerçeğe çağırmış yürekten.
O demler kaynıyormuş Anadolu fokur
fokur. Moğol yelinin estiği her yer kavruk, çatlak ve susuzmuş... Koca Selçuklu
İmparatorluğu çöküyormuş çatır çatır. Beylikler çıkmış dört bir yandan. Buhran
katmer katmer, dert kulaç kulaçmış. Kıtlığın çöreklendiği bir küçük köyden
Yunus derler bir genç kişi çıkmış yola...
Tapduk Emre Dergâhına düşürmüş O'nu
kader. Eğri odun girdirmez olmuş dergâha Yunus. Özü sözü gibi doğru olsun
istermiş. Çile kazanlarında pişmiş bir nice zaman. Sonra. "Var git Yunus,
piştin elhamdülillah." demişler... Ak alnından güneşler doğar olmuş
Yunus'un. Yüreğinde sevgilerin en coşkulusu boy vermiş fidan fidan.
"Hak'ka aşık olan ölmez ki" demiş, yürümüş ölümsüzlüğe...
İlahileri insanlığın ufkunu aşar
olmuş. Derviş bağrı taş gerek Gözü dolu yaş gerek Koyundan yavaş gerek Sen derviş
olamazsın... demiş ya yine de yürümüş o yoldan. Gariplerin, yoksulların,
çaresizlerin dostu imiş. İnanan gönlünü Allah'a adamış bir yiğitten başka ne
beklenir ki...
Aşık oldur Hak'ki sev, Hak derdine
kıla deva ,Bizim için hayır dua kılanlara selam olsun. diyor... Sonra, belki
dünya edebiyatında garipliğin bu denli, güzel anlatılamayacağı ölümsüz
mısraları okuyor, suya, toprağa, göğe... Bir garip ölmüş diyeler Üç günden
sonra duyalar Soğuk su ile yuvalar Şöyle garip bencileyin...
Yunus bu... Aşkın yeşerdiği gönüllere
deyişler düşmüş, şiirler yazmış işte. O'nun için önemli olan gönülmüş. Kalp
Allah'ın evi olduğuna göre onu nasıl kırabilirmişiz?.. Bir kez gönül yıktın ise
bu kıldığın namaz değil, Yetmiş iki millet dahi elin yüzün yumaz değil. diyor.
Efsaneler misli ömründe hep bunun
için yaşamış Yunus. Hak dostu derviş, koca Yunus, Anadolu insanının yüreğine
taht kurmuş şair... "Çöl kuraklığındaki gönüllere kanı, gözyaşı, tebessümü
ve sevgisiyle, hayat kaynağı vahalar donatan insan... Sular gibi sebil eden
canını, yele veren benliğini, sele veren vücudunu, oda yakan cismini, yağmaya
veren tüm varlığını...
Güle güle ağlayan, ağlaya ağlaya
gülen insan... Sanatçının has olanı. Bir ulu dergâhın eşiğini süpürmek nasip
olursa eğer, padişahlığını bile istemeyen dünya evinin... Halkın düşmanlarına
karşı devleşen, halk adına...
Yaşatmak için eriyen, yaratanın bitmez
kudretinden ve güzelliğinden güç alarak sanatıyla Allah'a yaklaşan insan,
Yunusum..." Dağlar ile taşlar ile çağırayım mevlâm seni diye diye hala
senin hayalin dolaşıyor Sakarya kıyılarında... Mezarını paylaşamadık işte.
Çünki hepimiz senin yakınımızda olmanı istiyor, sana doyamıyoruz. Kurumuş
dudaklarımıza su, yanık bağırlarımıza serinliksin.
Sen, 700, şu kadar asır önce şimdi
bile sorduğumuz sorulara cevaplar vermiş, noksansız yapmışsın öğretmenliğini.
Sana kucak açmak, seni anlayarak yaşamak gerek. Hak'kın evi gönüllerdir
Gönüller yapmaya geldim. diyorsun... Gönüller yapabilseydik yeterdi...
Müselmanem diyen kişi şartı nedir
bilse gerek Rab'binin buyruğun tutup beş vaktini kılsa gerek. diye, iki tek
mısra ile özetledin İslâm'ı. Özetini anlayabilseydik, buhran yakamıza elini
geçirmiyecekti şairim... Istırap semtimize uğramıyacaktı. Sana Canım kurban
olsun senin yoluna Adı güzel, kendi güzel Muhammed. dedirten aşkı duysaydık
içimizde, şu sefası bile çektiğimiz hiç bir acıya denk olmayan fani hayatımız
daha bir güzelleşecek, daha bir mana kazanacaktı.
Manaya hasretiz Yunus'um biz. Manaya hasretiz... Yaramızı Kur'an merhemiyle sarmadıkça, Allah aşkının gül şerbetinden içmedikçe, sana benzemedikçe huzur bulamayacağız. Gel yine ilahilerinle ufuklarımızı ısıtmaya, gel yine milletin için sızlayan yüreğinle, gel yine ey şair bir milletin şair evladı...
Yaralarımız var sarılmayı
bekleyen... Dertlerimiz var yumak yumak. Hicranımız var ki sen dayanamazsın
görmeye... Çağlar ötesinden sunduğun müjdelerle gel... Gönüller dolusu
sevgilerle gel...
Anadolu'mun çilesiyle kavrulmuş
dudakların dualara kıpırdasın... Dua et bize Yunus'um : Bize yaban duygular
yıkılsın temelinden Kurtulalım Ya Rabbi sol iblis'in elinden.. diye diye…)
Ahmet Efe, kendisyle yapılan bir
söyleşide ,küçük yaşlarda kitaba ve sanata yönelmesinde, yetiştiği aile
ortamının etkili olduğunu belirterek, "Babam müftü olduğu için bizim
evimizde daha çok Arapça eserlerden müteşekkil büyük bir kütüphane vardı. Biz
babamın kitapları arasında, onun sohbetleriyle büyüdük. Onun edebiyata, şiire
düşkünlüğü vardı. Sanat faaliyetlerini de az çok takip ederdi, bilirdi. Bize de
şiir yazmayı, kitap okumayı sevdirdi. Onların bize verdiği şekil, biçim ve özle
bugünlere geldiğimizi söyleyebilirim." dedi.
Ahmet Efe, imam hatip okullarının çok kıymetli olduğunu vurgulayarak yetişmesinde itici güç olduğunu dile getirdi. Gençliğinden itibaren özgür yaşamaya ve serbest düşünmeye kendisini mecbur hissettiğini kaydeden Efe, farklı disiplinlerde eser üretmenin yapısına daha uygun olduğunu aktardı.
Geçmişe baktığım zaman imam hatip
okulunda okuduğum için Rabbime hamd ediyorum. Sonra Erzurum'da Atatürk Üniversitesi
İslami İlimler Fakültesinde çok değerli hocalarımız oldu. Mesela Muhammed
Hamidullah merhum, üniversitemize konferans için gelmişti. Daha başka
hocalarımız da vardı. İmam-hatip okulunda da çok faal bir öğrencilik hayatımız
geçti. Okulun son sınıfında bir yarışmada derece almıştım. Hikayelerim kitap
olarak basılmıştı. Henüz 18 yaşındaydım ve iki kitabım neşredilmişti Diyanet
İşleri Başkanlığı yayınları arasında."
Ahmet Efe, şiirin kendisi için özel
bir yeri olduğunun altını çizerek, "Edebi çalışmalar arasında şiir yazdım,
romanlar, hikaye kitapları yayınladım. Resim dersen zaten o ayrı bir dünya yani
günlerce, saatlerce, bıkmadan, usanmadan minyatürler çizdiğimi biliyorum. Ama
tabii şiire biraz daha düşkünlüğüm var.
Hem
klasik divan edebiyatımıza hem halk ozanlarımızın şiirlerine aşina olmaya
çalıştım. Onlarla çok geceler geçirdim. Dolayısıyla şiirde bir şeyler yapmaya
çalıştım ama belki biraz istikbale ait şeyler. Gelecek kuşaklar ne söyleyecek
bilmiyorum kitaplarımız ve çalışmalarımız hakkında." diye konuştu.
Yazar Efe, Konya'da bulunduğu yıllarda
sinemayla uğraştığına da işaret ederek, "O dönem, çocuklara yönelik 6 uzun
metraj sinema filmi çektik. Bunlardan bir tanesini Yücel Çakmaklı yönetmişti,
ben yönetmen yardımcısı idim. Daha sonra bana 'Sen bundan sonra
yönetebilirsin.' dedi ve yönetmenlik tecrübem de oldu. 2 sinema filmi çektim,
çocuklara yönelik. Dolayısıyla hem Yeşilçam dünyasını hem sinemayla ilgili
çalışmaları da yakından takip etme imkanım oldu. Ama iş ekonomik sebeplerden devam
edemedi. Biz hem kısa metraj 10'a yakın çocuk filmi, hem 6 uzun metraj sinema
filmi çektik. Onlar da aslında televizyonlarda filan oynadı." ifadelerini
kullandı.
Yücel Çakmaklı'nın yönettiği, Çetin
Tekindor'un başrolünde olduğu Son Türbedar filmine Nurettin Özel'le birlikte
senaryo katkısı veren Ahmet Efe, Türk milletinin kendi hikayelerini anlatacağı
filmler çekilmesinin önemine değinerek, hem fikri hem de ekonomik kapasitesi
olan gençlerin sinemaya yönelmesinin değerli olduğunu söyledi.
Diyanet Çocuk dergisinin çıkışında
yer alan ve daha sonra Kandil Çocuk dergisini okurla buluşturan Efe, Türkiye'de
çocuk edebiyatı alanında yayıncılık sektörünün çok ilerlediğini aktararak,
"Kitaplarımızın yabancı dillere çevrilmesi konusunda da gayret
gösteriliyor. Arapçaya çevriliyor, Kırgızca oluyor, bazıları İngilizceye
çevriliyor. Bir de çocuk kitapları için çizim yapan ressamların da çok
kaliteli, çok ileriye doğru gittiğini görüyor ve seviniyorum doğrusu."
dedi.
Usta
yazar, geleneksel sanatlar alanında da Türk sanatçıların ileri seviyelere
geldiğini aktararak, "Ancak popüler kültür ve diğer alanlarda dünya
çapında üretim yapan sanatçılarımız olduğunu göremedim. Özellikle dijital
mecraları biraz lüzumsuz ve vakit kaybı olarak görüyorum. Google'dan filan bir
şeyler sorup öğrenmek yerine insanımıza derli toplu bir kitaptan okuyup
öğrenmesini tavsiye ederim. Çünkü o mecrada bilgilerin büyük bir kısmı belki
mübalağa olmasın ama yüzde 50'ye yakını yanlış bilgilerdir. Hele hele dini
mevzularda, insanlar sanki kendileri otoriteymiş gibi istedikleri fetvayı
rahatlıkla veriyor. Yani bunlardan kaçınmak lazım diye düşünüyorum."
şeklinde konuştu.
Ahmet Efe, dünyanın geçip giden bir yer olduğunu
dile getirerek, "Biz neticede belli bir istikamete doğru gidiyoruz. Yani
kıyamete doğru gidiyoruz. Ben de hem bizi okuyan kardeşlerimize hem de kendi
nefsime derim ki, 'Sen ne yapabiliyorsan, onunla meşgul ol' başka şeyler seni
çok ilgilendirmez." değerlendirmesinde bulundu.
Genç kuşaklara çok okumaları yönünde tavsiyede bulunan Efe, Belki günlerce, aylarca televizyon seyreden bir adamın kültür seviyesiyle bir ya da iki kitap okumuş bir gencin kültür seviyesi arasında ciddi fark vardır diye düşünüyor. Çünkü birisinde hem ruh, hem göz, hem beden her şeyiyle ona sahip çıkıyorsunuz, öbüründe sadece seyredip geçiyorsunuz, unutuyorsunuz. Yani unutmamak için de, kültürün kalıcı olması için de bu eserlere, basılı evraka eğilmesi gerektiğini düşünüyor.
Bizim en çok muhtaç olduğumuz kültürlü
insandır. Hem soru sorarken kültürlü hem de cevap verirken bilgili olmak icap
eder der Ahmet Efe.