Düşlerimden bir kelebek derledim
öznesi yitik gülüşünden çaldığım gün ışığına da duacı.
Dara düştüğümün ertesi ruhumu
genişleten renklerin uyumu belki de sadece siyah ve beyazdır birbiri ile cenk
eden.
Kıvancımın tütsüsü.
Şehrin öteki yüzü
Güdülerin lüksü.
Nida yüklü kalbimin d/okunaklı örtüsü
hani uçuşan bakışların ve renk körü bilinmezin aşk ise bir ayraç iklimden sökün
eden fikrin zikrinde saklı derviş misali arenaya çıkıp cenk ettiğim celp
ettiğim cihanda saklı nazımla niyazımla alt ettiğim iblisin kekremsi şerri.
Ah, latif rüzgâr!
Sen olmasaydın eğer ki neylerdim?
Ah, lütfuna tapındığım Yüce ve İlahi
Makam!
Ve işte zuhur da etti mi bir mucize
ve nicesi ve tevafuk yüklü yüreğimin nasırlaşmamış sesi ve hicvi belki de
devasa bir portal, o yüzünü saklayan berduş imgelerin kazuratı bir şiirden çok
çok öte simamda saklı simyacı düşlerin bildirgesi.
Men ettim ben kendimi tümden.
Mahal veren olsa bile hüzün örtülü
göğsüm.
Metruktür da kimi hece dürtülerin
uçuşup da konduğu en ulvi ize ve meali ölüm kokan seyyah sözcüklerin bakiyesi.
Bir şiir idim önce.
Yetmedi dimağımdan sökün etti s/onsuz
hece.
Yatıya kalansa karanlık.
Yatsıyı beklerken uyuya kaldığım ve
işte o kapı nasıl aralık beklerken beni ve çağırırken için için, içtimada
gövdemin inhisarında ruh ikizimin renklerinse coşkusunda idrak ettiğimden de
ötesi.
Melundu gece.
Sırnaşık idi karanlık.
Ağdalı bir tutku ve işte b/ağrı
yanık.
Bense bir ardıç kuşu misali.
Ben ki miski amberi göğün kavuşulası
en uzak iklim addedilen ölüm nasıl da haneme mabedime yakın.
Şimdilerimi yaktım.
Yağan rahmete taptım.
Yaşım da yasım da izdiham ötesi.
Yarenim göğün bazense uçuşan tülün ve
doğamdan firar edecek o sürgün edilesi bilinmezin rotasından saptım.
İpe sapa gelmez iken imleci
satırların
Kuruyan gözlerimin gizli nemi.
Kanayan suretim.
Kanatan surelerin.
Kabrimden öte yolu da yok iken
yaşadığım hüzün ikliminin.
Metruk heceler sapağı.
Meali yitik tümceler durağı.
Bir mizansende yeşeren…
Bir makamdan kovulan.
Meramı olmayan ve de mizacı yitik.
Güldür güldür yağacak rahmetin beklentisi.
Şimdim bir de dünüm bir de yarınım.
Bir de karanlıkta kalan diğer yanım.
Sözcükler hasretini çektiğim.
Ve ünlenmiş.
İmgeler asfalta serilmiş nasıl da
acımasızca ayaklar altında ezilmiş:
Oysaki her birinin hiçliği idim.
Oysaki hiçliğimin kuytularında
devinen bir derviş…
Gölgeme bandığım aşkın yoldaşlığında
telaşla yoldan çıktığım yandı mademki gülüm keten helva ve işte kaşıkladığım
dürtülerin nazenin yürek sesi.
Küstüğüm değil.
Tünediğim hiç değil.
Tayin edildiğim hiç mi hiç.
Tasfiye edemediğim bedenimden uzak.
Tahliye edileceğim mahzenimde tıkılıp
kaldığım.
Sadık olduğum kadar saydığım.
Sarmalında rakamların semiren
duyguların tek muhatabı iken yüce Rabbim.
Gün semirdi geceye serildi madem ve
tutuşan yüreğime suskun ezgiler eşlik etti.
Hazan ertesi.
Hüzün iken sözcüklerin derdest
edildiği.
Gönlün en içli menkıbesi.
Azat edilesi değil:
Azap çekilesi hiç değil.
Asaleti sessizliğin bazen fidan gibi
bazen sonlanmış bir masal ve işte soykırımı sözcüklerin kalemin de taban
teptiğinin himayesinde saklı beden ve ruh ve yürek üçlemesi.
İzim yok ki.
Tırstığım hiç mi hiç.
Turnayı gözünden vuran bir avcıdan da
medet ummasın hani hiç kimse.
Tansiyonu düşmeyen bir kovalamaca:
Tabiri caizse ağır yüküm.
Sükûnet dilediğimin ertesi.
Eşref saati şiirlerin ve emaresi
yenilgilerin ve işte:
Hüznün tasfiyesi zil zurna sarhoş
duyguların kaderinde seken ne çok hece bir bilinmeze gebe.