‘’Ölümü
bilerek nasıl yaşar insan,
geride dünyanın kalacağını bilerek nasıl ölür; bilmek bütün
acıların anasıdır, de…
Sars
aklımın cılız ayaklarını, kuşat beni. Değişik şeyler
söyle ne olur, yeni bir şeyler söyle. Yıldım ömrümün kalıplarından. Beni duy ve
anla.’’(Alıntı)
Bir düşün ki: bir
düş’ ün tırnağı dahi olamazken yaşanan yaşanası gerçekler üstüme yağan külün
yağmuru ve işte bir sis perdesinin ardından veriyorum selamımı.
Önce öldürdüm sonra
öldüm aslında bir öncesi hatta nice öncesi Araf’ta tutuşan hayallerimden
ördüğüm bir görüntü idi içimim çekmecesinde saklı çekinceler ve çıtası anbean
yükselen cesaretim çünkü sevgiydi beni ihya eden ifa ettiğimden de öte tüm
kırgınlıklarımı tüm hüzünlerimi ifşa ettiğim serdiğim iken ayaklarına dünyanın
oysaki hali hazırda kavuşmuştum ben cennetime ne de olsa yürüyemeyen
ayaklarının altındaydım cennet, dokunmaya dahi kıyamadığım annemin özdeşi
dualar ön sözü ömrün ihlaslı yürekten dökülen kimyası sevginin ne kibirli ne
sancılı: alabildiğine sevdalı.
Ötüşendi sesim.
Öpüşendi ellerim:
ne boş ne de hoşluk dileyen sadece sıcak tutamadığım ellerim ve içime yağan
karı değil dışımda saklı sıcak havayı kendimden men ettiğim kadar ben en çok
üşürken sevdim insanları.
Öyle ya!
Yağmalandıkça
yüreğim içime yağdı yağmur.
Yağdıkça hüzün
açmadım şemsiyemi.
Ve işte nasıl da
bindi mutluluk: elem yüklü bir masalın kâh kahramanı kâh anlatıcısı asla da
alıntı olmayan şiirlerimim serzenişinde kimse vurdumduymaz vurucu imlerin
tehdit ettiği bir mekân iken saklandığım bir o kadar zamandan ve mekândan
feragat edip de boyutsuz bir minvalde konakladığım.
Yâdında dünün,
aklıma esen anılar ve andaki mevcudiyetim, yarın olma ihtimalinde yarım kalan
neyse içimde kâh ukde kâh umre kâh ulak; elbet kalemim benim görgüsüz sevgim
elbet kalemim ucunu biledikçe ve bilemediğim coğrafyalara kanat açtığım: bazen
bir şiirin bestesi iken sessizlik bazense ömrün güftesi nasıl ki hikâyesi
olmuşken şiirin ve dünyada yaşanan can pazarı bense gönül tezgâhında unutulmuş
bir çift kiraz gibi kulağıma küpe yaptığım büyüklerimin öğütlerini.
Bilmekle bilmemem
arasında gidip geldiğim o meddücezir ki:
Ve ne çok gel-git.
Bir kumpas bir
kumar bir kuantum bir de kurcaladığım duygularım.
Reşit olsam bile
eşit tutulmamışken acılarım yetmedi geçit vermedikleri duygularım uyuya kaldığım
sabah ertesi bir düş ya da uyumaktan kendimi men ettiğim okul yıllarım.
Otağı kurduğum okul
kampüsü misal.
Ya da kurak
toprakta biten ot.
Belki de ot misali
yaşadığıma kani olanlar oysaki ben içime çektiğim kadar püskürttüğüm polenlerim
ve hayallerim vasıtasıyla t/av olduğum kadar umuda ve işte kanayan yerimden
açılası yeni bir yaranın da adı şiir iken ve içinde debelendiğim imge
bataklığında geçirdiğim her atak sonrası:
Hem sitemkâr hem
pişekar ve kalemin doyumsuzluğunda aniden bastıran yağmur gibi mezarımdaki
toprağı dahi deşerken insanlar bir düş ile iştigal tüm ama tüm gerçeklerin
propagandasını yaptığım kadar gözüm açık görmüyor muydum rüyalarımı?
Belki de karabasan.
Ya da beni çağıran
karadelik.
Karanlık bir
dehlizde mıhlanıp kaldığım bozguna uğratıldığım kadar da ansızın tozu dumana
kattığım gençlik yıllarım.
Her daim bir
metafora denk düşerken ya da melankoli yüklü renklerden firar edip önce
karanlığı deldiğim sonra da gök kuşağı olup semayı ikiye b/öldüğüm kadar
sergüzeşt sözcüklere meramımı anlatmak adına da aldım mı kaleme elime gel gör
ki anlattıklarımdan yeni manalar türettiğim kadar bir şiirin bir hikâyeyi ya da
bir masalın bir romanı çağrıştırdığı o s/onsuzluk duygusu ile hemhal ve işte
genzimde de saklı iken hıçkırık nasıl da ağdalı hüzünler düşüyordu payıma
yazmadığımda bir o kadar yazıp da delicesine s/alındığım Araf’ın çağrısında bir
çıta daha da ekleyip eklem yerlerinde şiirin makûs talihime de serzenişte
bulunup delicesine eserken içime en derine.
Başat duygularsa
başak gibi süzülürken.
Sülün imgeler
arazilere konup çöreklenirken toprağın dibinde.
Mevsimler dahi çağ
atlarken bense ç/ağlayan yüreğimi telkin edip yeni bir boyutta sorgularken bir
önceki hayatımı:
Hani…
Hani, kalemin
sadece yaz dediği iken rakamlarla olan yolculuğumda kâh matematik kâh
denklemler kâh trigonometri kâh formüller ve edebiyatın sadece okuyan t/arafı
iken ve kitaplara duyduğum aşkla da eşleşirken yazarlar nasıl bilebilirdim ki
an gelip de elimin kalem tutup bir şiirin bir yazını peşinden gideceğimi?
Öykündüğüm roman
kahramanları.
Küçük kadınlarda
saklı onca kahraman bir o kadar öykündüğüm hayatları:
Yazar Jo ve
sevdalandığında uçuşan yaprakları adeta bir doğaüstü tabiat bellerken
romanların içinde özdeşleştiğim kahramanların nezdinde sahi, neydi beni
kitapların ta içine çeken?
Kıskandığım romanın
yazarı mıydı yoksa kahramanı mı?
Öğrenciliğimden bu
yana sevdalandığım, yanıp tutuştuğum kitapların yazarlarına yazılası ucu yanık
bir mektup muydu yoksa beni bekleyen, hani kalemi elime alıp da fi tarihinde
okuduğum yüzlerce kitabın yazarlarına duyduğum hayranlığın minvalinde hiç mi
düşünmemiştim gün gelip de yazacaklarımın önce kahramanı sonra yazarı olup
olmayacağımı?
Bazen Firuze.
Bazen Ömür Hanım.
Bazen Lavinia.
Bazense Madam
Bovary.
Göğsümü kabartan o
bitimsiz hayaller ve yazdıkça duyumsadıklarıma eklenenler ve bir çığ gibi
büyüdüğüm büyüttüğüm kadar içimde onca kahramanı sayısız minvale sokup da
kendimle olan mücadelemde de hayli yol almışken ve ben kendimi çözmek adına
böylesi bir yola da baş koymuşken…
Çıt dahi çıkarmadan
telaşla okuduğum heyecanla eşleştiğim.
Şimdilerde çıt dahi
çıkarmadan kalemimin de yaz emrine uyup adeta sonsuzluğa meylettiğim.