Çok eski zamanlarda, çok uzak bir yer de, yeşil bir vadinin yamacında, bir ırmağın kenarında küçük bir kulübede yaşlı bir adam yaşarmış.
O zamanlar mevsimler şimdiki gibi yolunu şaşırmamış.
Kış kışlığını, yaz yazlığını, baharsa baharlığını bilirmiş.
Yaz günlerinde gündüzleri güneş daha parlakmış. Ama insanın canını acıtacak kadar sıcak olmazmış. Geceleri yıldızlar daha canlı, ay ise daha bir heybetliymiş.
Yağmurlar yağdığında, gün gelir yaşlı adam “Yeter!” Diye bulutlara isyan edermiş.
Kar yağdığında ise uzun süre vadiden kalkmadığı için, adam yaşlı bedeninden umulmadık bir güçle ısınmak için sürekli odun kırarmış.
Yaşlı adamın yaşadığı yere yakın çevre köylerde insanlar tarımla uğraşırlarmış.
Domatesler dalından koptuğunda mis gibi bir koku yayılırmış. Bütün sebzeler çıtır çıtırmış.
Yakın köydeki evlerden birinde tavuk pişse kokusu vadiye kadar yayılırmış.
Sabahın erken saatlerinde uzaklardan insanın içini titreten bir kaval sesi duyulurmuş.
Bir müddet sonra bir çoban yanındaki sürüsü ve sessizliği çınlatan köpeklerin havlaması ile vadiden yukarıya doğru tırmanırmış.
Yaşlı adam ara sırada olsa kulübesinin yanından geçen birkaç köylüyü görür, köylüler kesinlikle selam vermeden geçmezlermiş.
Bazı köylüler ise arada sırada yaşlı adamı ziyaret eder ve onun geçmişte yaşadığı hüzünlü aşk hikâyesini dinlemeyi çok severlermiş.
Adam hikâyesini anlatırken, yüreğinin tıpkı eskisi gibi sızladığını hissedenler böyle büyük bir aşkın varlığına inanmakta zorlanırlarmış.
Ancak adamın kuruyan göz pınarlarından halen damlayan bir iki damla gözyaşını görünce, ister istemez hikâyeyi her dinleyişlerinde duygulanırlarmış.
Aslında hikâye çoğu kez dinlediğimiz aşk hikâyelerinden pek de farklı değilmiş.
Ama adam hikâyesini öyle bir anlatırmış ki, hikâyeyi diğer aşk hikâyelerinden farklı kılan bu özellikmiş.
Belki de hikâyenin en can alıcı noktası adamın sevdiği kıza vermek için yıllarca sakladığı mavi gülmüş.
Şimdilerde belki mavi gül üretmenin çaresi bulunmuştur. Her şeye bulduğumuz suni çareler gibi…
Ama o zamanlar mavi bir güle sahip olmak, mümkün değilmiş, yaşlı adam sevdiğine yazmış olduğu bir şiirde “Sana mavi güller takacağım” Diye bir dize kullanmış.
Genç kadın ise ben o mavi gülden istiyorum diye tutturmuş.
Adam çaresiz, ne yapacağını şaşırmış, sonra aklına bir fikir gelmiş, önce beyaz bir gül satın almış. Sonra bir kutu mavi boya ve fırça almış.
Beyaz gülü özenle maviye boyamış ve güneşte kurutmuş.
Gül kuruduğunda olana kendisi bile inanamamış, boya yaprakların içine işlemiş ve sanki doğal mavi bir gül elde edilmiş.
Adam beyaz gülden suni bir mavi gül yaratmış, ama o gül şimdilerde yaratılan suni güllerden farkı, adamın bu iş için yüreğini ortaya koymasıymış.
Genç kadın adamın elindeki mavi gülü gördüğünde şaşkınlıkla bir çığlık atmış ve sevdiği adamın kollarına atılarak onu öpücüklere boğmuş.
Bu tepki karşısında adam; Bundan sonra her karşılaşmamamızda “Sana mavi bir gül hediye edeceğim” Diye söz vermiş.
Bir müddet sonra yine görüşecekleri bir gün, aynı şekilde bir mavi gül daha hazırlamış.
Ancak ne olduysa kadın görüşmeye gelmemiş. O günden sonra ise adam ondan hiçbir haber alamamış.
Yıllarca her hafta aynı gün aynı saatte, elinde kuruyan mavi gülle buluşma yerine gitmiş. Ama nafile kadın bir daha hiç görünmemiş.
Sürekli yanında bulundurduğu boya ve fırça ile zaman zaman gülü yeniden boyamış.
Bir gün gelecek diye umudunu hiç yitirmemiş.
Yıllar yılları kovalamış, adam yaşlanmaya başlamış. İyice yaşlanınca varını yoğunu bırakıp, mavi gülü, boyasını ve fırçasını alarak yaşadığı yeri terk ederek yeşil vadiye yerleşmiş.
Yıllar geçtikçe gülün güllük hali kalmamış, ama adam ısrarla o gülü sürekli maviye boyamaya devam etmiş.
Boyası bittikçe ziyaretine gelen köylülerden, kasabaya indiklerinde kendisine bir kutu mavi boya getirmelerini istemiş.
Bir gün köylüler onu elinde sıkıca tuttuğu mavi gülle birlikte yatağında ölü bulmuşlar.
Çok uzaklarda, yeşil bir vadinin yamacında akan, ırmağın az ilerisinde bulunan mezarının baş ucundaki taşta, şimdi adının yanında mavi bir gül resmi var.
Köylüler gülün rengi soldukça halen o gülü maviye boyuyorlar.