İrdelemek ayrı yorucu
irdelenmek ayrı.
Düşünmek kolay gelir
kimine ama derinlemesine gözlem yapıp yorum getirmek yorar. Öylesine yorar ki
gün bitiminde bitap düşmemek olası mı…
Her şey ne kadar da basit
ve yalın gözükmekte değil mi?
İnsanlar nasıl da sıradan
yoksa çizdikleri görüntü itibariyle mi ortak bir paydada buluşmak adına
oynamakta mı?
Oynasınlar da
istedikleri kadar herkesi kandırabilirler en az kendileri kadar. Peki,
açılımını nasıl savunacaklar hesap günü geldiğinde.
Ha sıradan ha farklı,
bu da bir kıstas değil kişileri irdelerken. Aslında belli kaideler haricinde
böyle bir hak da tanınmamış bizlere özellikle de mahremiyete el uzatmak
konusunda.
Gerçekten de olayları
ve hak sahiplerini belli bir değerlendirmeye tabi tutup hayatın muhasebesini tutmak
o kadar yorucu ki.
Ne zaman sıkışsa başım
suçu hemen kendimde ararım. Her zaman için hedefteki gösterge üzerimde
yoğunlaştığı için bir o kadar da vicdan muhasebesi yaparım. İster arayış deyin
isterse kendini aşmak.
Ve ne zaman sıkışsa
başım aynı doğrultuda iç sesimi dinlerim tabii ki bir yandan da maneviyatımı
test ederek. Ne de olsa mecburum. Zira hesap vereceğim nihai ve yegâne merci O
değil mi?
Diğer yandan da kim
varsa her daim beklemede üstelik fark edilmediklerini sanıp. Büyük çoğunluk her
nasılsa çok fazla ilgili çevresindekilerle. Bu da ayrı bir dert. Sanırım hatta
eminim ki; herkes kendini başkalarının iç işlerinden sorumlu yetkili merci
olarak görmekte.
Önce bir düşünün
bakalım; böyle bir hakkınız ya da mecburiyetiniz var mı?
Öncelikle benliğimiz,
iç sesimiz, maneviyatımız ama sözde değil özde vakıf olmak tüm bunlara.
Günlük bir koşuşturma
içersindeyiz. Çok normal ve de olması gereken. Ama anlamadığım bir nokta var
ki; neden bunca insan bunca uğraşına rağmen bu denli ilgili ve kendini sorumlu
tutmakta başkalarının hayatından ve de özelinden.
Çoğumuzun bildiği gibi:
‘’Akıllı insan işiyle boş insan kişiyle uğraşır.’’
Fakat her nasılsa
insanlar etrafındakilerle aşırı boyutta muhatap üstelik de fark edildiklerinin
bilincinde olmadan.
Ya kırılan kalplere ne
demeli ya da olduğundan güçsüz ama bir o kadar dirayetli insanlara.
Bir Mevlana aşığı
olarak, onun anlam yüklü bu deyişi nasıl da irdeliyor anlatılanları…
‘’Kabuğu kırılan sedef
üzüntü vermesin sana, içinde inci vardır.’’
Varsın görmesinler
içimizdeki derinliği. Varsın yanlış anlaşılsın insan hem de istedikleri kadar
zedelesinler. Özünü değiştiremeyeceklerini bilemezler ki…
Ya da kendilerine
benzemediği için vursunlar yerden yere. Ya, sonrası.
Küllerinden doğan aynı
insanı görecekler karşılarında üstelik galip olduklarını düşünürken onlar.
Kim bilir gözyaşları
nasıl yağacak ama bu üzüntüden kaynaklanan bir olgu değil ki. Sadece yüreği
yeşerten bir sağanak. Tam da Mevlana’nın irdelediği gibi:
‘’Bulutlar ağlamasa
yeşillikler nasıl güler…’’
Yağmur rahmetidir
Yaradan’ın ve hikmetidir. Ya, gözümüzden damlayan… Duygularımızın bereketi,
insanlığımızın gerekçesi ve bir o kadar asil.
Yeter ki çağlasın elbet
vardır bir hikmeti. Yüreğimizin var oluş gerekçesi, insanlığımızın göstergesi.
Varsın hüzünden
damlasın yaşlar varsın neşeden, sevinçten. Ama çağlasın yeter ki. Nasıl anlarız
aksi takdirde Yaradan’ın bir tezahürü olduğumuzu…