Sonsuza tekabül eden
bir devinim olsa olsa. Ne yazık ki koca bir yanılsama bu duyumsadığım. Ah ben
ah. Yine tosladım duvara.
Bak gör kaç seneyi
devirdin. Sen hala pışpışla o çocuğu. Beşik sallamışlığım yok da diyemem öte
yandan. Kendimi avutup duruyorum kendimi bildim bileli.
Var bildiğim kim varsa
çoktan terk-i diyar etti. Yok bildiklerim zaten hiçbir zaman var olmadığına
göre kala kaldım yine bir başıma.
Takvimdeki tarihler
değişip duruyor sadece. Ne ben ne de yanımda addettiklerim. Tam alışıyorum başa
dönüyorum hem de yolun en başına.
Sanırdım ki hatta bir o
kadar da emindim.
-Nasıl olur da
insanoğlu pes etmez diye?
Ya da her bir
yenilgide;
-Nasıl kaldığım yerden
devam ederim, mümkün mü?
Diye hayıflanırdım.
Ne komik ve ne acı.
Evet, yaralar kabuk bağlıyor. Gerçi sızı asla terk etmiyor yüreği ama bir
şekilde tırnaklarımızı geçiriyoruz hayata.
Muhafaza ediyoruz
içimizde saklı olanları gerçi hedef kitlesi değişiyor ama ezel ve ebedi yegane
varlık asla ne anlamını ne değerini yitiriyor. Kim çekerse çeksin elini ve
hangi düş sona erse de nasıl bir hikmetse yine güç veriyor Yaratan. Küllerinden
doğan onca insan ve sürekli bir şeyleri ertelesem de değişmeyen ben. Değişim
adına ne kuklası olurum düzenin ne de farklı profillere uyum sağlarım. İyiyim
böyle: Biraz uçuk, bolca düşsever ve iflah olmaz küçük bir çocuk, büyümeyi
gerçek anlamda reddeden. Fiziken yaş almak kaçınılmaz ama muhafaza ettiğim ne
varsa ve kıymet verdiğim hangi değer, işte beni manen güçlendiren ve ayakta
tutan da bu.
Fevri yapımdır beni
benden eden ve tüm katı kurallarım zamanın çok ötesinde.
Nasıl bir kaynaksa içimde
çağlayan, ne sevmekten vazgeçebiliyorum ne de sevilme yetimin körelmesine izin
veriyorum. İlla ki olmalı hayatımda ve illa ki özümseyip duyumsamalıyım bu yüce
duyguyu. Her ne kadar hak ettiğimi bulamayıp, dönenip dolamsam da etrafımda.
İniş çıkışlarım da
ayrıca muhalif benliğime. Kim bilir belki de bu değişken yapım beni canlı
kılmakta. Her ne kadar zaman zaman bir ölü sessizliğine bürünsem de. İyi
bilirim tepkisiz ve ifadesiz bir hayatın benliğimden götürdüklerini. Özellikle
üniversiteyi bitirdiğim yıl çok şeyi üst üste yaşamıştım. Babamın rahatsızlığı
ve ardından vefatı ve derken annemin geçirdiği bir kaza sonucu üst üste
ameliyata alınması. Kurulu bir bebek gibi bir bir vazifelerimi ifa ediyordum:
Okul, ev ve hastane arası mekik dokuyordum kısaca. Akabinde olabildiğince
suskun ve tepkisiz günler hatta aylar…
Susmak en kötüsü hele
ki susturulmak. Bu cezayı kendime defalarca verdim. Aslında iyi bir ceza
uygulayıcısıyımdır ama denek hep benliğim olmuştur. Ya da aniden yolumu
değiştirip yaptıklarımı nihayetlendirmek hem de en çok sevdiğim.
Beni benden eden onca
olay ve insan. Sıkıntılı geçen dönemin sonunda adım attığım iş hayatında başıma
gelenler de az yıpratmadı değil. detayların hiçbir önemi yok ya da geçmişteki
hayal kırıklıklarının. Ne de olsa tarih tekerrürden ibaret ve aynı hatayı
yapmam an meselesi iken kıyısından döndüm uçurumun. Evet, yazmayı bıraktığım
gün herhalde kendime yapacağım en büyük ihanet ve kötülüktür. Çok kararlıydım
ve bir o kadar kızgın ve oldukça da kırgın. Yoğun bir duygu daha doğrusu
duygularını yoğun yaşayan biri olarak yazıp okuduğum her bir kelimenin ve
insanların ayrı bir önemi var hayatımda.
Soyutlanmak asla mümkün
değil ya da soyutlamak ama öncelikle kendimizden ve isteklerimizden
soyutlanmamak kaydıyla.
Kendimi soyutladığım
onca insan ve onca kavram ve diğer yandan beni hayatlarından soyutlayan kim
varsa…
Yazmanın en büyük
faydası şu oldu benim açımdan: İnanılmaz bir katarsis kısaca çok iyi bir yöntem
içte birikenleri dışa vurmak açısından. Baş ucumda kim varsa anlama yetisinden
muzdarip seslendiğim ya da sesimi duyurduğuma inandığım insanlar. Belki de
hatta büyük ihtimalle aidiyet duygusunun bendeki izdüşümü. Mevcudiyetimi
duyumsamamı sağlayan basit bir ilke aslında. Hatta ve hatta Maslow’un
İhtiyaçlar Hiyerarşisinde hangi ilke ise kendimi konumlandırmak istediğim. Bir
süreç kısaca, nefes aldığım sürece adımlarımı dikkatle atmam gerektiği. Ara
sıra tökezleme ihtimali olsa da…