Münferit beyanları
rahmet bilen bir tesellide saklı varlıksızlığımın sancısında, var olma telaşına
hürmeten, kayıp bir coğrafyaymışçasına ümmeti aşk ve sevgi pınarından nükseden
o billur şelale.
Bir günden diğerine
seğirten en sefil varlık ki kâinatın hükümranlığına çoktan namzet bir yokuşta
ve attığı her adımda mimlerken yine yoksunluğun tutumsuz ve ceberut isyanlarına
kılıf geçiren hangi mahrem kaygıysa…
Maruzatım var, demek
bile bir yoksunluk alfabesi değil mi, dercesine hezimete uğradığımız bir
kuytuda ve her nasılsa yüreğin enginliğine tezat bir iç dökümü yine o mahrem
sevi dilinin evreni tozunu dumana katan.
Gönüllü gönülsüz kim
ise girsin sıraya, demek bir maharet olsa gerek ya da yüksünesi bir cümle hem
de tüm teferruatları gölgede bırakan.
Sandığımın kapağını
kısa süreliğine kapadım ve düştüm yollara!
Mecazi bir tufan olsa
gerek, yüreğin isine karışan o beyaz bulutlar.
Kırpık bir yıldızın
peşine takılası bir hüzünle kadeh tokuştururken ikbali çocuk sevinçlerimden
ayrı gayrı düşmek kadar akla zarar olsa da.
Nereden başlamalı diye
başlamaya ne hacet lakin iç sesin paralelliğinde, sesi kısık bir isyanı da yok
sayıp, dilimde olması gereken o şükür duygusu yine esin kaynağım üstelik her
acımda yetmedi duyumsadığım acıları gönül gözümün asla perde çekmediği.
Münferit kaygılarım var
hem de layığıyla fazla ve söz birliği etmişçesine kaderle, her birini en derine
bastırdığım ve her nasılsa gün yüzüne çıkmayı adet edinmiş.
Laf mı benimki de,
demek belli ki kaygılarımı ve korkularımı bölüştürürken esir düştüğüm o
gafletin hangi akla zarar tınısı ise delmiş zarını ve beyhude bir mutluluğa
kulaç açarcasına engebelerin suretini görmezden gelmenin de ötesinde el
vermekte öbeklenmiş hangi zift bulamacı ise gönül gözünü kör eden.
Anlık o istikrarsız
sevinç nidalarını görmezden gelip pür-nakıl dökülürken eteğindeki taşları
ahvalimin.
Ahval ki ne ahval.
Tozutmuş ve cüretsiz menkıbelerde ser veriyor da sır vermiyor.
Geçit vermez dağlardan da
ulu acılar.
Sanrılardan çok öte
yaşanan ve yaşatılan.
Sakıncalarını görmezden
gelmenin de ötesinde, hangi tufan ise kaybolmuşluğumuz ve hangi gölge ise
minvalinde rahvan bir yamaçta sere serpe güneşlenirken buz kütleleri ve derken…
Yoksunluğun mizacında eriyen yürekler.
Varlığın yoksunluğunda
büyüyen egolar.
Mazbut gölgelerin
ötesinde ahkâm kesen sefalet dolu şehvet ve ihtiras zincirlerine bağlı insan
izlekleri.
Her şey ayan beyan.
Her şey noksan.
Herkes mutlu.
Hiç birimiz her kim ise
ya da her birimiz mademki hiçliğin tekelinde racon kesmekte isek…
Ötesiz cümleler,
ötelenmiş özneler, kanayan yaralar ve yitip giden vicdanların kuytularına
saklanmış nidaların boş vermişliğinde, niyeti bozuk ne çok fani.
Edimsiz bir pergelin
izdüşümünde, menfaatsiz bir egoya rast gelememenin verdiği o cüssesi büyük ahkâmlarda
yalıtılmış kim ise ya da yanıtını veremeyen hangi hak sahibi ise üstelik
imtiyaz sahibi olmanın da ötesinde hangi ihtimal dâhilinde ise, rest çekmekte
üstelik yerli yersiz beyan ederken gerekçelerini.