Artık
gecenin zifiri karanlığı etkisini kaybediyordu.
Gökyüzünde bulutlar fark edilmeye başladı. Gri, kesif olmayan kurşuni
bulutların renklerini seçebiliyorduk. Hiç birimizde çalışacak hal kalmamıştı.
Uykusuzluk iyice göz kapaklarımıza çökmüştü. Havada soğumaya başladı. Gökten
çiğ yağıyordu. Uykusuz halimizle iyice serinleyen, soğuyan havaya tahammülümüz
kalmadı. Yavaş yavaş yelkenleri indirdik istemeden. Oysa hedefe hayli yaklaştık
diye hayli heyecanlanmıştık.
Yurdun
her bölgesinde gömüt arayıcılığına karşı bir bitmez ilgi vardır. İşin ulusal
çıkarlara ters olması, yasak olması herkes tarafından bilinir. Bilinir de gömüt
arama eylemi sürer gider. Kısa yoldan zengin olmayı kim istemez. Köylü için yıl
on iki ay bağda bahçede, tarlada
çayırda, düzde kırda çalışma bitmez. Eller nasırlanır. Beller kamburlaşır.
Ektiğini bazı yıllar biçemezsin. Dolu, sel hasar yok eder beklentileri. Hasat
ettiğini istediğin gibi satamazsın. Bir türlü yüzün gülmez. Köylerde çalışarak,
çiftçilik yaparak kim abat olmuş.
Köyde
çalışmak, geçim zor da kentte kolay mı? İşten eve, evden işe çalış ha çalış!
Bir türlü ipin ucu bir araya gelmez. Hele bir de evin yoksa kiradaysan şehir
yaşamı çekilmez olur. Kurtuluş yolu ararsın. Yollar hep sarpa çıkar. Bir
zamanlar büyük ümitlerle geldiğin kentin senin için artık bir açık
hapishanedir. Hareket alanın sınırlıdır.
Hayatı
kazanmak hiç kolay değil. Ne köyde ne kentte. Zeki, bir zamanlar severek
geldiği İstanbul’dan ne kadar çok uzak yaşarsa kendini mutlu hisseden ellili
yaşlarında bir işçi emeklisi. Son yıllarda çalıştığı fabrika kapanmış, hayli
zaman yeni bir iş aramıştı. İlk çalıştığı fabrikadan daha az bir ücretle yeni
bir iş bulup bu iş yerinden emekli olmuştu. Aldığı emekli ücreti ayın sonunu
getirmeye yetmiyordu. Eşi, ev temizliği gibi geçici işlerle ailenin bütçesine
az da olsa katkı sağlıyordu. Bu da olmasa kervanı kediye yüklemek gerekecekti
çoktan!
Zeki,
yazların gelmesini iple çekerdi. Mayıs sonlarında kendini bir an önce doğup
büyüdüğü köyde atıyordu. Üç gün bir akrabada, beş gün bir akrabada derken
günlerini tüketiyordu. Tabi köye döndüğü zaman yan gelip yatmak olmaz elbet.
Köyde ziyaret ettiği hısımlarınız işlerine el atmak zorunda kalıyordu.
Köyde
kendisi gibi yaşama iyice tutunamamış insan mı yok! Var elbette. Köy de geçim
zorlukları, kentin sıkıcı havası birçok kişiyi yaşamından bezdirmişti. Fakat
bir biçimde yaşama tutunmak gerekir. Ama nasıl? Hayatı kolay yaşamanın bir yolu, yöntemi
vardır elbet. Bir kurtarıcı neden ortaya çıkmasın. İşte Zeki, böylesi kişiler
için biçilmiş kaftan, bir kurtarıcıydı.
Kısa yoldan zengin olmak
sevdasına tutulan taife bulmak hiç zor değildi. Çevresine topladığı üç beş
kişiye zenginlik vadediyordu dar gelirli, işçi emeklisi Zeki dostumuz. Dostumuz
derken abartı yapmıyorum. Babam Zeki’nin kirvesiydi. Kirvelik bizim memlekette
en yakın akraba gibi saygı ve ilgi gören bir kurumdur hâlâ. Bu dostumuz bizi de
ziyaret eder. Birkaç gün konuğumuz olur.
Peki, neydi az emekle zengin olmanın büyülü
formülü? Gömüt bulmak! Çevrede onlarca gömüt öyküleri anlatılır durur eskiden
beri. Bizim memlekette eskiden Ermeniler yaşarmış. Ermeniler zanaatçı
insanlarmış. Ekonomik yönden bizimkilere göre durumları çok çok iyiymiş.
Onlardan kalma bazı gömütlerin olduğu söylenir. Köyümüzden ve komşu köylerden
kimi yurttaşların gömüt bulduğu anlatılır eskiden beri. Hani denir ya; Allah’a
ayan bize karanlık. Bir şeyler bulanlar olmuştur. Lakin gömüt bulanların tellal
çağırıp millete ey komşular biz dün gece altın bulduk diyecek halleri yok
elbet. Bulanların olduğuna dair kesin anlatılarda eksik değil.
Biz dönelim Zeki
dostumuza. Dostumuz otuz santim metre uzunluğunda kurşun kalem kalınlığında iki
bakır çubukla dolaşır. Bu çubukları gömüt var diye kuşkulandığı arazinin üstünde
işaret parmaklarının üstünde paralel bir biçimde tutar. Sözüm ona eğer tuttuğu
yerin altında kıymetli bir şey varsa, çubukların uçlarının bir tarafı
birbirlerine yaklaşıyor. İşte öyle bir durum olursa kazı ekibine iş düşüyor.
Evimizle köyümüz arasında
geniş araziler var. Kırlar ve tarlalar. Kırların bazı yükselti kısımlarında
gömüt olduğu söylencesi dillerden düşmez. Zeki dostumuz iki yıl önce ünlü
çubuklarıyla bize geldi. Kendisi komşu köyden. Köyde, baba memleketindeyiz. Kardeşim
de izne gelmişti. Yanına bizim küçük damadımızı da almış. O da kısa yoldan
zengin olma peşinde.
Ekip tamam sayılır. Hedef
kırlardaki yükseltiler. Önce öğleden sonra araziye çıkıp iyi bir keşif yapıldı.
Ağustos sonları. Hava güzel. Karar verildi. Akşam namazı vaktinden sonra kazı
yapılacak. İşin tehlikeli ve yasak olduğu bilincindeyiz. Fakat arazi oldukça
tenha. Çok ötelerden Ardahan yolu geçiyor. Zaten yoldan geçen arabalar
farlarını yakıyorlar. Bir tehlike anında kaçıp karanlıklara karışmak mümkün.
Yıllar önce Yılmaz
Güney’in Umut adlı sinema filmini izlemiştim. Sırf ben de define arama
ortamını, definecilerin ruh halini ve o atmosferi yakinen gözlemlemek için
ekibe katıldım.
Kazı yerine yaklaştığımız
zaman güneş tamamen batmış, hava kararmaya başlamıştı. Ta ilerlerdeki Sahara
Dağı artık fark edilmiyordu. Karşı
yamaçlardaki iğne yapraklı ağaçlardan oluşan yemyeşil ormanında yavaş yavaş mor
renge büründü.
Zeki, daha evden çıkmadan
abdest aldı. Arama yerine vardığımızda ortalama yirmi metre çapında bir çember
oluşturacak biçimde kazı yapılacak yerin etrafında tur atmaya başladı. Bizler
durduk. Şaşırarak hazine avcımız Zeki’yi izlemeye başladık. Ellerini âmin
edercesine açmış yavaş yavaş yürüyor, süreklide dudaklarını kımıldatıyordu. Adeta
Umut filminin bir sahnesi çekiliyordu. Filmin
değil gerçek bir olayın içindeydik. İlginç ve heyecanlı dakikalar yaşadım. Zeki
belli ki, en etkili duaları okuyordu.
Böylece üç dört tur attı. Nihayet yanımıza geldi.
Kazı başladı. Kır bir
arazi olduğundan toprak kolay kazılıyordu. Zeki, işin ustasıydı. Çok az ve
sessiz konuşulmasını öğütlüyordu. Gece ilerliyor kazmaya devam ediyorduk. Ben
de artık ekibin bir elemanıydım. Çalışmalara katılmamak olmazdı. Zaman zaman
kara yolundan vasıtalar geçiyordu. Yasak ve tehlikeli bir işe girmiştik. Araba
sesini duyunca kazma kürek elde hepimiz karanlık bir köşeye sıvışıyorduk.
Yanımızda el fenerlerimiz
vardı. Kazı derinleştikçe çıkan toprağı inceliyorduk. Bazen kömür parçalarına
rastladık. Yarım metre indiğimizde yan yana dizili taşlar bulduk. Bu taşlar
belli ki bir duvar kalıntısıydı. Duvar bulunca heyecanımız daha da arttı. O
taşları söküp çıkardık. Bu defa daha büyük taşlara rastladık. Büyük taşları
söküp çıkarmak hiç de kolay olmadı. Hayli zorlandık. Bu arada gece yarısına
yaklaştık.
Ekipte yorulma
belirtileri belirdi. Sık sık kazma kürek değiştirmek de yorgunluğa çare
olmuyordu. Oluşan çukur gitgide derinleşiyor, kazmak zorlaşıyordu. Çalışmaya
uzun süre ara vermek, nefeslenmekle terli vücutları iyice soğutuyordu. Yarı
geceden sonra hava iyice soğumaya başladı. Ekipte çalışma isteği iyice azaldı.
Uzun bir süre dinlenip
son bir hamle daha yapmaya karar verdik. Bu kez daha iri taşlar çıktı
karşımıza. Taşları yenip kazıyı devam ettirmek kazma kürekle yapılacak iş
değildi. Çok zorlanarak ancak bir taşı çıkarabildik. Diğer taşları yerlerinden
ancak azıcık kımıldatabildik.
Yavaş yavaş tan yeri
aklaşmaya başladı. Hava iyice soğudu. Gökten yağmur yağarcasına çiğ yağıyordu.
Saçlarımız ve kirpiklerimizde su zerrecikleri birikti. Hiç birimizde çalışacak
güç kalmamıştı. Zeki dostumuzun dualarının yararı olmadı. Soğuğa yenilip Rusya
içlerinden geri çekilmek zorunda kalan Napolyon ordularını örneği avuçlarımız
su toplamış halde sabah namazı vakti eve döndük.
Yorulmaya, uykusuz
kalmaya karşın oldukça heyecanlı bir olay yaşadım. Allah’ın verimsiz kırlarında
kim gömüt saklardı ki, biz bulalım. Gerçi bir şeyler bulacağımızdan ümidim
yoktu. Altın bulup farklı bir yaşantı içine girerim beklentiye hiç girmedim.
Yasak ve tehlikeli olmasına karşın yaşantımızda bazen sonu belli olmayan
serüvenlerin içinde olmanın da farklı vahşi bir tadı olduğunu itiraf etmeliyim.