Âh ikliminde
Çöle üvey gölgeler emzirir güneş
Papatyanın teri damlar baharın tenine
Ruhun kirlenmemiş beyazında açılır bir Yusuf kuyusu
Sızılı zemzemler biriktirir derinine
Uğultular üleşir
Sıvası yorgun duvarların arasında
Ansızın vicdanın coğrafyasına düşer kanamalı bir düş
Sabır aşısını zerk eder yarasına
Bakışın soluğunu içen
Uzaklara yolcu edilir gözler
Paslı bir sardunya sancıyla döker tohumunu
Düğümleri çözülür kehribar renkli depremlerin
Erkenci sarsıntılar saklar kamburunu
Aydınlığa diş biler
Kıyısız denizin yüzündeki çömez kabarcıklar
Gömülmenin provasında
Çöle yamalı ninniler söyler damlacıklar
Mevsimsiz kıvranışlarla
Uzletin keyfinde kanat çırparken ömür
Bekleyişin çürük dişini söker çılgınlar
Nikotinli nefesler kaplar köhne kalabalıkların yüzünü
Ve külün aksak yüreğinde söner cüce yangınlar
Parsellenmiş ağıtların zılgıtıyla
Her sabah yeniden sofra kurar cellatlar ölüme
Yağmurla ıslanmış zikrini yapar toprak
Kanı çekilir son gargat ağacının
Ve dalından firar eder yaprak
İllegâl bir tınıyla
Tırnaklarını şiire geçirirken kelimelerin özü
Ruhların son içtimasında kulakların zarını yırtar
Göğün heybetli sözü
.
.
.
.
...