‘’Mektup yazmak, insanın kendisini
merakla bekleyen hayaletlere açması demektir. Yazıyla verilen öpüşmeler, hiçbir
zaman yerini bulmaz, yolda hayaletler tarafından emilip bitirilir.’’(Kafka)
Ne sindiğimin göstergesi ne de bir
şeyleri sandığımın…
Ulu orta yaşanan ilişkilerle muhatap
değilim de üstelik:
Cebbardır yüreğim.
Yankısı duyulmaz sesimin.
Sandığıma koyduğum binlerce anı ve
hayal.
Sanmadıklarımı da alt bellekte
sakladığım ve ben acının ve sevginin müptelasıyım.
Evrenin tok sesi ne ki içimdeki cılız
çocuk avaz avaz bağırırken bu yüzden üstüme almıyorum hiçbir şeyi hiç kimseyi
sadece içime esen rüzgârla iştigalim.
Hem dalım var ayrı kalamadığım.
Hem de kopmak istediğim hayattan.
Rengimle boy ölçüştüğüm karanlık ve
gecenin masum zifiri ben aşkla izdivaç yapmışken umurumda mı ilişkiler?
Ayan beyan aşkı yaşıyor ve
yaşatıyorum yalnızlığımla ve çoğul sözcükler değil çınlayan kulaklarım benim
nereye kime ait olup olmadığımı vurgulayan.
Hayal mektebinde geçti ömrüm
çocukluğum da.
Evin bitmek bilmeyen gürültüsü ve
huzursuzluğunu nasıl yok sayardım yoksa?
Mesai bitiminde babam eve hızlı
adımlarla yaklaşırken.
Bense okul dönüşü tüm görevlerimi ifa
edip de…
Sığındığımdı odam ve tek odalı hücrem
ve kapıyı da kilitlerdim içeriden ve müziği sonuna kadar açıp hayal kurardım…
Yazdığım mektupların haddi hesabı
yok.
Yazmadığım mektupların durumu daha da
vahim: onlar öylece duruyorlar şüheda mazimde ısrarla yüreğimin kapısını
vuruyorlar.
Üstüne üstük hali hazırda ve gün
içerisinde yaşadıklarım.
Sonra gece açıyor peçesini ve içine
kaçıyorum gecenin.
Aslında kendimden kaçtığıma inanıp da
bir ömür…
Şimdilerde özellikle son on yıl
içerisinde kendime sığınıyorum ve kendimi kucaklıyorum.
Sevgim ve geçimsiz ruhum en başta
kendimle geçinemediğim.
İnsanlara da sözümü geçiremediğim.
Belki de çok kısa bir süredir sözümü
geçirdiğim: o da; öğrencilerimle kurduğum münasebet ve hayatımda hiç
sevilmediğim kadar sevildiğim yıllar öğrencilerimle kucaklaştığım…
Belime kadar uzanan kızıl saçlarım
ise özellikle kız öğrencilerin aralıksız saçıma dokunup da beni sevgiyle
sarmaladıkları.
Yüreğimi açtığım ve onların masum
dünyasında binlerce şey paylaştığım ve her biri o kadar yoksul ve sevgiye
açtılar ki…
İstanbul’un merkezinde yaşadığım ve
yine İstanbul’un çok uzak ve ücra bir semtindeki okula gidip geldiğim.
Son model şık döpiyesim ve topuklu
ayakkabılarımla yola düştüğüm.
Yüzlerce metre çamurlu yolu yürüyüp
de cennetime okuluma kavuştuğum…
‘’Rüzgâr’’ soyadlı değerli müdürüm ve
beni yatıştırıp da sınıflarla tek tanıştıran.
Nerede ise okulun tüm sınıflarına
girip okulun da tek İngilizce öğretmeni olarak çalıştığım o yüksek tempo ve
ders bitiminde doyduğum sevgiye ve ruhumu tatmin ettiğim ve hayatımda hiç
olmadığım kadar kutlu ve mutlu olduğum.
Bir çocuğun o saf bakışı nelere
kadirdir, bilir misiniz?
Üstelik maaş almadan çalıştığım o
zaman aralığı.
Komik bir parayla çalışıp bir de
üstüne para harcadığım ki helal olsun.
Ayağında naylon terlikle okula gelen
canım öğrencilerim ve onların bana öğrettiği hayatımda hiç olmadığım kadar
mutlu olup şükrettiğim.
Şarkılar söylediğimiz…
El ele tutuşup halay çektiğimiz.
Ve ben kadrolu öğretmen olmadığım
için kadrolu öğretmenin okuluma tayini çıktığında dersine girdiğim nerede ise
tüm okulun beni tren istasyonuna kadar geçirdiği uğurladığı.
Ve ceplerindeki ufacık harçlıkla
öğrencilerimin bana aldığı hediyeler:
Bir saç tokası.
Kırık bir biblo ve daha neler neler…
Ufacık kâğıt parçalarına yazdıkları
şiirler ve yüreklerinden kopan.
Sınıfta tiyatro dahi oynayan dahi ve
masum çocuklarım.
Ve işte günüme ana ışınlandığım…
Soytarı dünyanın palyaço insanları.
Tüketimin ve zulmün had safhada
olduğu ve sevginin ayaklar altında çiğnendiği.
Sevmek.
Sevilmeyi asla telaffuz etmesem bile
benim hayata her şeye ve kalemime duyduğum sevgiyi küçümseyen insanlar üstelik
yakın çevremde fink atan.
Sevginin ç/ağladığı bir yürek
benimki.
Ve benim öylesine ihtiyacım var ki
ç/ağlayan yüreklere…
Milenyum çağında yaşadığımız esaret
bense cahil cesareti ile kolayca sevip yazarken nihayetinde kendimle uzlaştığım
ve işte öğrencilerimin yerini okuyucularımın aldığı…
Sevgi.
Ne özensiz ne sıradan.
Sevmek ve de:
Sevmeyi sevmek ve rüştünü
ispatladığım acılarım ve hüznüm ve yüreğimden kopan binlerce duygu ve cümlenin
bana yaşattığı hali hazırda…
Yazmaya başlamazdan evvel yaşadığım
son birkaç sene Kafka’nın da vurguladığı üzere:
‘’… uyudum, uyandım, uyudum, uyandım,
ne sefil bir yaşam…’’
Ruhsuz ve sevgisiz insanlar
yalnızlığı yaşatan ve sözde kalabalığın uzağında bir yaşama mahkûm edenler…
Ve çocuklar ve öğrencilerim ve yeni
nesil ve ben bir yetişkin olsam bile çocuk kalbimle kendimi hala lise sondaki
kızla özdeşleştiren elbet o günden bu yana yaş da aldım yas da ve hayatımda hiç
yaşamadığım kadar üzüntü ve sıkıntı yaşamışken ve bu saatten sonra yeniden
öğretmen olma hakkımı yok sayarken geçerli kanunlar ben yazarak teselli
buluyorum.
‘’Bugün birçok, eski, iğrenç kâğıdı
yaktım.’’(Kafka)
Bu cümleyi günüme ve yazdıklarıma
uyarladığımda şüphesiz ben de yüzlerce sayfa yazı ve şiiri uzay çöplüğüne
gönderdim çünkü hakkıyla yazmak ve yaşatmak istiyorum duygularımı ve sevgiyle
kurduğum binlerce cümle asla da çürük raporu almayacakken kalbim…