Peygamberimiz H.Muhammad Mustafa (s.a.v)in hatırasına ithafen.
serinin sekizinci babı
dünyaya bu kadar düşülmeseydi
kalplerimiz rahatlayacaktı belki
sevdalarımız olacaktı
belki mutluluklarımız olacaktı
olmadı
beyhudeliğe ayarlı zamanlar takıldı yakalarımıza rozet rozet
bitmeyen yollarda kaldı
gönüllerimizin sıcaklığı
hep kırık şeylerle avunduk çocuklar gibi
hasretler dizildi raflarımıza göz göz
mavi, yeşil, sarı ve mor
bitimsiz can sıkıntılarımız
duygularımız mesafelere serpildi boylu boyunca
zamandan kopardılar bizi ilkin
hızlı adımlarla yürümeyi akıl edemedik sonra
yerlerde çiçek, göklerde yıldızdı düşlerimiz
heyhat, yıldızların düştüğü yere kilitlendi gülüşlerimiz
yıldızlarımız kaydı her gece
poyrazına tutulduk yıldız yelinin
ışıklarımızı yitirdik sensiz
ışığımız körlük, beyazımız karanlık oldu
çorak coğrafyalara ekildik bir bir
yağmur yağmur bulutlarımız
nefes nefes arzularımız göç ettiler yad ellere
kül yorgunu göğün tül desenleri arkasında
parlayan şafak
yıldızlarımız söndü ardı ardınca
sensiz
akşam olunca çekilip güneşe geri gider ya hani aydınlık
hani göz kapanınca kaybolur ya nurlar
aydınlığı da, nuru da aynasız görmeye alıştık
yolda kalmamak, kör olmamak için
dönülmeyen yolculuklara çıkmadan
dönmeliyiz kendimize
*
efendimiz şimdi
himayesinde amcası ebu talib’in
amcası son derece merhametli
oldukça fakirdi
mekke etrafında yayılan
sütünden faydalanılan
birkaç devesinden başka
ne bir mala
ne bir mülke sahipti
kalabalıktı aile efradı
geçim sıkıntısı vardı
o bunlara rağmen
dürüstlüğü ve doğru yaşayışıyla
kureyşliler tarafından sevilirdi
sayılır ve hürmet edilirdi
babasının bu durumunu şu ifadelerle dile getirirdi hz. ali
babam, kureyş`in en fakiri
fakat ileri gelenlerinden şerefli biriydi
halbuki
daha önce
böyle yoksul olduğu halde
bir kimse gelmemişti
kavminin ulu kişisi
ebu talib
cahiliye devrinin kötülük ve çirkinliklerinden uzaktı
mekkenin müşrikleri
su gibi içerlerdi içkiyi
o, babası abdülmuttalib gibi
asla kullanmazdı
her haliyle alemlerin efendisini
himaye edecek evsaftaydı
ebu talib
aynı zamanda kardeşi zübeyr`den
kendisine geçen
kabe perdedarlığı
ve hacılara su içirme hizmetini
yürütüyordu hakkıyla
ne var ki
bu vazifeler fazla masraf gerektirirdi
altından dar bütçeyle kalkılacak gibi değildi
üç hac mevsiminden sonra
kardeşi hz. abbas`a devretti
bu görevleri
ebu talib
babası gibi
candan bağlıydı sevgili peygamberimize
yetişmesine son derece dikkat gösterirdi
hiç yanından ayırmazdı yeğenini
onu da götürürdü her gittiği yere
yanıbaşına oturtur bir arkadaş gibi kendisiyle
konuşur sohbet ederdi
sofra hazırlanınca görmediğinde efendimizi
muhammed`im nerede, çağırın gelsin derdi
yeğeninin bulunduğu sofrada çünkü
herkes doyarak kalkardı
yemek yine de artardı
efendimiz sofrada son derece ciddi
hürmetkar bir tavır içinde
kurulur kurulmaz saldırmazdı safraya
diğer çocuklar gibi
o, lokmayı ağzına koymazdı
başlamadan büyükleri
efendimiz ,açlıktan, susuzluktan şikayet etmezdi
dadısı ümmü eymen bu hususiyetini
şu ifadelerle dile getirirdi
çocukluğunda resulullah
ne açlıktan
ne de susuzluktan
görmedim şikayet ettiğini
efendimiz neşe ve hayat dolu gözlerini
pırıl pırıl parlayan temiz bir yüzle açardı
sabahları bir yudum zemzem içerdi
yemek yedirmek istediğimizde kendisine
istemem, karnım tok derdi
mekke ve havalisi
şiddetli bir kuraklık ve kıtlık yılı yaşıyordu
yağmurun damlası yoktu
yerler kup kuru
toprak susuzluktan parça parçaydı
kureyşliler başvurdular ebu talibe
ey ebu talib
kuraklık ve kıtlıktan
çoluk çocuğumuz perişan
ne olur, bizim için yağmur duasına çıksan
ebu talib reddetmedi teklifi
ancak yalnız gitmezdi
alırdı yanına yeğeni
nur muhammed`i
çünkü o bereket ve ihsanlara vesileydi
ebu talib
efendimizle kabe`ye vardı
sırtını bu kutsi mabede dayadı
alemlerin sahibine açtı ellerini
ve başladı yalvarıp yakarmaya
nur muhammed (a.s.m.)
kabe`nin örtüsüne yapışmıştı
göğe doğru kaldırmıştı bir parmağını
ve az sonra
Rahman ve Rahim olan Allah`ın rahmet deryası coştu
yağmur bardaktan boşalırcasına
döküldü mekke ve halkının üzerine
zorlukla atabildiler kendilerini evlerine
dolup taştı bir anda vadiler
sevinçliydi yüzler ve gözler
ebu talibin hanımı fatıma hatun
peygamber efendimize sevgisi ve şefkati sonsuzdu
öz evladı gibi seviyordu onu
bakımına son derece dikkat ediyordu
hatta, onu yedirip doyurmadan
çocuklarına bakmıyordu
böylece dürr-i yetime
annesiz kalmış olmanın ıstırap ve hasretini
çalışıyordu hissettirmemeye
sevgili peygamberimiz de
fatıma hatuna sevgi ve saygısında
etmiyordu hiçbir zaman kusur
ömrünün sonuna kadar da
unutmadı kendisine yapılan iyiliği
öyle ki
fatıma hatun dar-ul bakaya göçtüğünde
bugün annem vefat etti diyerek
ona karşı olan sevgisini
içten sözlerle belirtmişti
sonra da çıkararak gömleğini
ona kefen yapmıştı
kabre inerek bir müddet mezarında uzanmıştı
bu hareketi resul-i ekremin
kaçmadı ashabının gözünden
şu cevabı verdi sorduklunca
ebu talibten sonra
fatma anam kadar bana
olmadı iyilik eden hiçbiri
ahirette, cennet elbiselerinden bir elbise giymesi için
kefen yaptım ona gömleğimi
ısınması ve alışması için kabre
birlikte uzandım oraya kendisiyle
kim tarafından olursa olsun
asla unutmazdı kendisine yapılan iyilikleri
ve o iyiliklerin altında kalmazdı
mukabele ederdi birkaç misliyle
resul-i ekremin bu yüksek hasleti
bu müstesna sıfatı
insanların hidayete ermesine büyük tesir etti
efendimiz ömr-i saadetlerinin onuncu yılında
ebu talib’in himayesinde olduğu sırada
koyun ve keçilerini
gütmek istediğini söyledi
onu canı gibi seven amcası
önce buna razı olmadı
efendimizin şiddetli arzu ve ısrarı
çobanlık yapma isteğini kabul etmesini sağladı
ancak fatıma hatun şiddetle
karşı koydu bu talebe
göz bebeklerinden daha çok kıymet verdikleri
alemlerin efendisini
yakıcı güneş altında bırakmaya gönülleri
nasıl rıza gösterebilirdi
ve fakat fahr-i alem efendimiz bu arzusunda kararlı idi
fatıma hatunu bunun için ikna ve razı etti
efendimiz,
koyun ve keçileri alarak sabahları
vadilerde ve tepelerde dalaştırıp otlatmaya başladı
hem geçim sıkıntısı içinde ki amcasına
hiç olmazsa çoban tutma masrafından kurtarmak için
yardımda bulundu bu sayede
yalnız başına hem de
tefekkürde bulundu derin derin
yerleri ve gökleri
seyrediyordu Cenab-ı Hakkın kırda ki
her an tazelendirdiği
yer ve gök sayfalarını
ulvi manzaralarını
ruhu onlardan
eşsiz bir haz duyuyordu
derin bir feyz alıyordu
bu vazife aynı zamanda tefessüh etmişti onu
bozulmuş cemiyetin yalanlarından
hile, dolandırıcılık ve riyasından
müflis hayatlarından
uzak kalma imkanına kavuşturuyordu
efendimiz
mübarek ömürlerinin bir senesini
koyun gütmekle geçirdi
verildikten sonra nübüvvet vazifesi
bir gün kıra çıkmışlardı dostlarıyla
merruzahran mevkiinde
misvak ağacının yemişini topluyorlardı beraberce
gönülleri kucaklayan tebessümüyle
şöyle buyurdu
tercih ediniz
siz bu yabani yemişlerin karalarını
çünkü, en lezzetlisidir siyahı olanları
merak ve hayret içindeydi dostları
ya resulallah
çobanlar bilir bu yemişin iyisini kötüsünü
siz de hiç koyun güttünüz mü
nebiyy-i ekrem efendimiz
yine ruhları okşayan tebessümüyle
hiçbir peygamber yoktur ki koyun gütmemiş olsun
ömür defterine tatlı bir hatıra olarak kaydedildi
bu koyun gütme hadisesi
resul-i zişan efendimiz
bir gün şöyle yad etti
musa (a.s.) peygamber olarak gönderildi
koyun güderdi
davud (a.s.) peygamber olarak gönderildi
koyun güderdi
ben de peygamber olarak gönderildim
ben de kendi ailemin koyunlarını güderdim
şu mübarek sözlerinde
bir senelik koyun gütme tecrübesini
bulmak mümkün eserini
hepiniz çobansınız
idareniz altında bulunanlardan mesulsünüz
idaresi altındakilerden mesuldür devlet reisi
ailesini gözetip korumakla mükellef ve bundan mesuldür kişi
kocasının evinden mesuldür eşi
efendisinin malının muhafızıdır ve bundan mesuldür işçi
idareniz altında olanlardan hepiniz mesulsünüz
Cenab-ı Hakkın hususi terbiyesi
muhafazası altında
ömür geçiren alemlerin efendisi
amcasının koyunlarını güttüğü sıralarda
şöyle anlatmıştır başından geçen bir hadiseyi
ben,
cahiliye devri insanlarının işledikleri
iki defa yapmaya teşebbüs ettimse de bir şeyi
o işten alıkoydu Allah,beni
peygamberlik vazifesiyle şereflendirinceye kadar
hiçbir kötülüğe teşebbüs etmedim
teşebbüs ettiğim şeye gelince
kureyş`ten bir gençle ,bir gece
kendi koyunlarımızı otlatıyorduk
mekke’nin yukarı taraflarında
ben arkadaşıma
koyunlarıma bakarsan, diğer arkadaşlarım gibi bende
mekke`ye giderek gece eğlencelerine
gece masalları toplantılarına katılmak istiyorum
teklifinde bulundum
olur, bakarım` dedi arkadaşım
mekke`ye geldim bu maksatla
şehrin ilk evinin yanına yaklaştığımda
defler, düdük ve ıslıkların çalındığını duydum
nedir bu diye sordum
filanın oğlu
kızıyla evlenmiş filanın
düğünleri yapılıyor dediler onların
oturup onları seyre başladım derken
Allah, kulaklarımı tıkadı hemen
uyuya kaldım
ancak sabah güneşinin ışıklarıyla uyanabildim
dönüp geldim arkadaşımın yanına
ne yaptığımı sordu benden
başımdan geçenleri
bir bir anlattım olduğu gibi
bundan sonra Allah beni
böyle şeylere teşebbüs ettirmedi
redfer