İmam BİRGİVÎ (Takiyyüddin Mehmed-Birgivi Mehmed Efendi (27 Mart 1523- Eylül 1573)

 

Fıkıhta Hanefî, itikadda Mâtürîdî olan, tüm kaynakların Osmanlı döneminin seçkin alimlerinden olup dinî ve ahlâkî şahsiyeti bakımından da mükemmel bir insan olduğu konusunda ittifak ettikleri Birgivi yaşadığı döneme damga vurduğu gibi sonrasında ulema ve tasavvuf erbabı üzerinde de derin izler bırakmıştır.  Mehmet Ali Ayni Türk Ahlâkçıları adlı eserinde (I, 105) ondan, “Ahlâkçılarımız içinde Birgivî derecesinde mümtaz bir simaya nâdir tesadüf olunur. Çünkü onun dinî bilgisi ve bıraktığı eserleri ne kadar yüksek ise meslek ve meşrebi de o nisbette pâk, nezih ve metîn idi” şeklinde söz eder.

Vaazlarında halkı Kur’an ve Sünnet’e uymaya davet eden Birgivi kabirler üzerine türbe yapılması, buralarda mum yakılması, ücret karşılığında Kur’an okunması gibi bid‘atlar ve ayrıca bâtıl itikadlarla, kadılar arasında rüşvetin yaygınlaşması, zengin çocuklarına ücretle ilmî pâyeler verilmesi gibi meşrû olmayan uygulamalara karşı da mücadele etti.

Halkın bid‘atları terketmesinden ümidini kesen Birgivî İstanbul’a gidip Bayramiyye tarikatı şeyhi Abdullah Karamânî’ye intisap ederek inzivaya çekildi. Birgivî son derece dürüst ve tavizsiz bir ilim adamıdır. Nitekim döneminde çok yaygın olan anlayışa rağmen hiçbir eserini herhangi bir devlet büyüğüne ithaf etmemiş, aksine devlet ileri gelenleri de dahil olmak üzere her seviyedeki yöneticilerde ve görevlilerde gördüğü kusurları cesaretle tenkit etmiştir. 

Birgivî’nin, bazı haksız menfaatler elde ettiği, görevliler nezdinde nüfuz sağlayarak devlet işlerine karıştığı gerekçesiyle, II. Selim’in hocası olduğu için “Hâce-i Sultânî” diye şöhret bulan tanınmış âlim Atâullah Efendi’yi bile ikaz etmesi onun dürüstlük ve cesaretinin ilginç bir örneğidir.

Birgivî, kendisi de Bayramiyye müntesibi olmakla birlikte zamanında Sünnî esaslardan sapmış ve bid‘atlar ihdas etmiş olan bazı tasavvuf erbabını da eleştirmekten geri durmamış, bu konuda yazdığı risaleden dolayı tasavvuf düşmanı olmakla itham edilmişse de bu iddia isabetsizdir çünkü bilindiği üzere kendisi de aynı zamanda Bayramiyye tarikatına bağlı bir mutasavvıftır. Ünlü mutasavvıf Abdülganî en-Nablusî (ö.1731), Birgivî’nin Ehl-i sünnet esaslarına bağlı tasavvuf büyüklerini değil tasavvuf adına bir yığın bid‘at ve hurafe ortaya çıkaran sözde mutasavvıfları tenkit ettiğini belirtmiştir.

Bazı Eserleri:

eṭ-Ṭarîḳatü’l-Muḥammediyye.

Cilâʾü’l-ḳulûb.

Vasiyetnâme. Türkçe bir ilmihal kitabıdır.

es-Seyfü’ṣ-ṣârim fî ʿademi cevâzi vaḳfi’l-menḳūl ve’d-derâhim. Para ve menkulün vakfedilmesini câiz gören Ebüssuûd’a reddiye olarak kaleme alınmıştır.

Îḳāżü’n-nâʾimîn ve ifhâmü’l-ḳāṣırîn. Para karşılığında Kur’an okumanın ve para vakfetmenin câiz olmadığına dair bir eserdir.

İnḳāẕü’l-hâlikîn. Para vakfetmenin aleyhinde bir başka risâledir.

Aḥvâlü eṭfâli’l-müslimîn. Müslüman çocukların âhiretteki durumu ile ilgili bir risâledir.

Tefsîru sûreti’l-Baḳara. Bakara sûresinin yarısına kadar yapılmış bir tefsir.

Risâle fî uṣûli’l-ḥadîs̱. Küçük fakat oldukça değerli bir risâledir.

el-Erbaʿûn. İbadetlere dair kırk hadisi ihtiva etmektedir.

Kitâbü’l-Îmân ve’l-istiḥsân. EMRULLAH YÜKSEL DİA

 

 

 

 

 

et-TARÎKATÜ’l-MUHAMMEDİYYE

 

Tam adı eṭ-Ṭarîḳatü’l-Muḥammediyye ve’s-sîretü’l-Aḥmediyye’dir. Hz. Peygamber’in sünnetini yaşanır kılma ve müslüman toplumu, inanç ve ibadet hayatına sirayet eden bid‘atlara karşı uyarma gayesiyle yazılan bu eser, hayatının son yıllarında kaleme almış olması sebebiyle müellifin düşünce dünyasını tam olarak yansıtır niteliktedir.

Eserin muhtevası kısaca, Mâtürîdî mezhebinin sağlam itikadî görüşleri ve Hanefî fıkhının bakış açısı çerçevesinde takvâ şuuru kazandıracak ahlâk ilkelerinden oluşmaktadır. Birinci bölüm, “Kur’an’a ve sünnete bağlı kalıp bid‘atlardan uzaklaşma ve ibadetlerin yerine getirilmesi sırasında aşırılığa kaçmama” hakkındadır.

İlk fasılda âyet ve hadisler ışığında Kur’an’a ve sünnete bağlılığın önemi üzerinde durulmuş, ikinci fasılda bid‘atın zararlarına dair bazı rivayetler aktarıldıktan sonra mutedil bir yaklaşımla hangi davranışların kaçınılması gereken bid‘atlar çerçevesine girdiği belirtilmiştir.

Bu arada bir kısım tasavvuf ehlinin bid‘at niteliği taşıyan yanlış inanç ve tutumlarına dikkat çekilmiş, bu konularda doğrunun ne olduğu muteber tasavvuf kaynaklarına ve Bâyezîd-i BistâmîZünnûn el-MısrîBişr el-HâfîEbû Saîd el-Harrâz, Serî es-SakatîCüneyd-i Bağdâdî gibi önde gelen erken dönem mutasavvıflarının görüşlerine atıflar yapılarak açıklanmıştır.

Üçüncü fasılda ibadetlerin yerine getirilmesinde ve dünya nimetlerinden uzak durma hususunda aşırılığa kaçmanın, itidal dini olan İslâmiyet’le bağdaşmayacağı âyet ve hadislerin yanı sıra fukahanın görüşlerine de dayanılarak ortaya konmuştur.

İkinci Bölüm:(“Şerîat-ı Muhammediyye’de Mühim Olan Hususlar”) Birinci fasılda Ehl-i sünnet akaidinin (Mâtürîdiyye mezhebi çerçevesinde) temel ilkeleri anlatılmakta, ardından küfrü gerektiren ve gerektirmeyen hususlar sıralanmakta, bu bağlamda aşırı Şîa (Râfizîler), YezîdiyyeHâriciyyeMu‘tezileNeccâriyye, Mücbire (Cebriyye) ve Mürcie gibi Ehl-i sünnet dışı mezheplerin görüşleri değerlendirilmekte, bunların bir kısmının küfre düştüğü belirtilmektedir. Bu faslın sonunda Birgivî kendi döneminde ki bazı tarikat mensuplarından duyduğu Ehl-i sünnet dışı bir kısım aşırı görüşlere işaret etmekte ve bu görüşlerin de kişiyi küfre düşüreceğini kaydetmektedir.

İkinci fasıl, gereği ile amel edilmesi amaçlanan ilimlere dair olup burada ilimler üçe ayrılmıştır: Öğrenilmesi farz-ı ayın olan (ilmihal), öğrenilmesi farz-ı kifâye olan ( fıkıh, tefsir, hadis vb. ilimler) ihtiyaçtan fazlasının tahsil edilmesi uygun görülmeyen (kelâm, ilm-i nücûmcedel ve münazara) ibadetlerin faziletleri, sünnetleri ve mekruhlarına dair bilgilerle vücut sağlığını koruyacak kadar tıp bilgisi gibi öğrenilmesi teşvik edilen (mendup) ilimler.

Müellifin döneminde bazı “cahil sûfîler”in ileri sürdüğü, ilmin bir perde oluşturduğu, aslında dinî hükümler de dahil olmak üzere her şeyin keşf yoluyla bilinebileceği şeklindeki iddia eleştirilir.

Üçüncü fasıl, takvâ hakkındadır. eṭ-Ṭarîḳatü’l-Muḥammediyye’nin üçüncü bölümü, “takvâ kapsamında olmadığı halde takvâ olduğu zannedilen hususlar” hakkındadır. Birgivî, kendi zamanındaki bazı zâhidlerin önem verdiği bu hususların Asr-ı saâdet ve Hulefâ-yi Râşidîn dönemlerinden sonra ortaya çıkan bid‘atlardan ibaret olduğunu söyler.

İkinci fasılda, yine Hanefî kaynaklarına atıf yapılarak vakıflarda ve devlet dairelerinde çalışan kişilerle arkadaş olmanın ve onların yemeklerini yemenin meşruiyeti, yahudilerin ve hıristiyanların hazırladığı yemeği yemenin ve müşriklere ait kap kacağı yemek için kullanmanın câiz olduğu konuları bulunur.

Üçüncü fasıl, halkın Allah’a yakınlık vesilesi olacağını zannederek üzerine düştüğü, ancak bid‘at olduğu için engellenmesi gereken birtakım amellerle ilgilidir.( mûsiki icrasının zikirle birleştirilerek semâ ve devran şeklinde ibadet formuna sokulması, kabirlerde mum ya da kandil yakılması, bir kimsenin, sevabı kendisinin veya dilediği kimselerin ruhuna bağışlanmak üzere ölümünden sonra Kur’ân-ı Kerîm okunması, nâfile namaz kılınması, tesbih çekilmesi, kelime-i tevhid ve salavat getirilmesi amacıyla vakıf kurması (özellikle para vakfı) veya mirasından karşılanarak bunların yaptırılmasını vasiyet etmesi; yine öldüğü gün veya sonrasında ruhu için ziyafet verilmesini, kırk gün süreyle geceleyin mezarında nöbet tutulmasını veya kabrinin üzerine türbe yaptırılmasını vasiyet etmesi) 

Birgivî bid‘at niteliği taşıyan bütün bu fiillerin günah, bu tür vakıfların ve vasiyetlerin geçersiz, bunlardan alınan paraların haram olduğunu ifade eder.

eṭ-Ṭarîḳatü’l-Muḥammediyye Osmanlı’dan günümüze gerek halk nezdinde gerekse ilim ve irşad çevrelerinde yoğun bir ilgi ve takdir görmüştür.

Birgivî Mehmed Efendi de eserinde esas itibariyle halkın inanç ve ibadet konularında içine düştüğü yanlışlara temas edip, Ehl-i sünnet dışı aşırı görüşlere sahip bazı sûfîlerin bozuk inançlarını da tenkit etmektedir. Ancak bunu yaparken muteber tasavvuf kaynaklarından nakiller yapması ve kendi görüşünü tasavvuf büyüklerinin görüşleriyle desteklemesi, onun genel mânada tasavvufa ve tarikat ehline değil bir kısım cahil sûfîlerin yanlış inanç ve tutumlarına karşı çıktığını göstermektedir. HURİYE MARTI Güncelleyen: DİA

Birgivi Mehmed Efendi’nin telif ettiği “ et-Tarikat-ül Muhammediyye ” ehl-i sünnet tasavvufu hakkında kriter olarak kabul edilecek bir eserdir. Çünkü Birgivi’nin görüşleri 18. Yüzyılda Osmanlı’da yazılmış tasavvuf risalelerinin tamamına yakınını etkilemiştir. Bilhassa Nakşubendilik üzerine risale yazan aynı zamanda şeyh olan müellifler eserlerini Birgivi’nin görüşlerine göre şekillendirmişlerdir. Gelenek olarak Şeriat’a tam bağlılığı esas alan Nakşibendi şeyhleri Birgivi’nin eserlerindende muhtemelen faydalanarak tarikatlarının halka Kitap ve sünnete uygun bir tarikat olarak sunmuşlardır. Elbette bunda Nakşibendi şeyhlerinin büyük bölümünün ulema olmasının büyük etkisi vardır. Bölüm başından beri anlatmaya çalıştığımız üzere Nakşibendi tarikatı bid’atlerden arınmış, kitap ve sünneti esas alan yani şer’i sınırlar içinde bir tarikat olma özelliğini tarihinin her döneminde devam ettirmiştir.      

 Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi, Cilt 16, Sayı 31-32, 2018, Telif ve Teklif: XVIII. Yüzyıl Osmanlı’sında Nakşibendîlik Risaleleri Ali ÇOBAN  Dr. Öğretim Üyesi, Necmettin Erbakan Üniversitesi, Ahmet Keleşoğlu İlahiyat Fakültesi Tasavvuf Anabilim Dalı

   
( İmam Birgivi Ve Et-tarîkatü’l-muhammediyye başlıklı yazı Mustafa ESER tarafından 19.10.2025 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu