Memnun etmek mi, mutlu
olmak mı; ya da ikisi aynı anda mümkün mü? Asla, hayır, buna vereceğim yanıt.
Dalgalı açık denizlerde yüzmek gibi ya da ip cambazının tehlikeli akrobatik
hareketlerine emsal ikisini aynı anda başarmak, zor iş, aynı anda memnun etmek
ve mutlu olmak.
Yaşadığım ve
gözlemlediğim deneyimlerden yola çıkarak söylüyorum ki; başkaları adına hayallerinizden,
ideallerinizden vazgeçmeye asla değmiyor.
Aslına bakarsanız, bir
kurgu her birimizin hikâyesi ve bizler her ne kadar figüran gibi hissetsek de
bu senaryoda kendimizi; sonuçta değişmeyen tek gerçek; hikâyenin ana kahramanı
olduğumuz…
Üstlendiğimiz rol, çoğu
zaman tatminkâr olmasa da, hayat ve seçimler bize ait. Dümenin kaptanı biziz,
her ne kadar kaderin oyununa gelsek de zaman zaman.
Birileri memnun olacak
diye, taviz vermek yaptığımız ya da yapacağımız işlerden, en büyük hata. Varsın
haz etmesinler, varsın onaylamasınlar, varsın görmezden gelsinler. Biz
kendimizi bildikten sonra ne önemi var ki.
Değerlerimizi
koruduğumuz, doğrularımıza sahip çıktığımız sürece, derdine yansın her kim
varsa…
Kimliğimiz,
karakterimiz, kabul ettiklerimiz ve toplamı: İşte bizi biz yapan kümülatif
kavramların somut gerçeği. Bu kadar basit aslında, sorguladığımız ne varsa.
Mutluysak, vicdanımız
rahatsa, yalnız olmuşuz, ne çıkar. Bir takım roller üstlenip, sahte yüzlerle
dolaşmaktansa, tek geçeğimiz’’kendimiz’’ olalım. Sonuçta bize atfedilen tek
gerçek; layıkıyla insan olmak.
Eğer ki canımız
acıyorsa, devası yine bizde. Kimin için ya da ne için değer ki ödün vermek, eğer
ki kendimize ihanet ediyorsak.
Sonuçta öğretiler,
sahip olduğumuz vasıflarla kendimizi koruyup kollamakla yükümlüyüz. Ne şekilde,
hangi ortamda, ne gibi şartlarda ve de kimlerle mutluyuz ya da yalnız olmak mı
bize iyi gelen: Cevabı yine bizde saklı.
Varsın, yalnızlık
kaderimiz olsun, varsın doğrularımız için acı çekelim; öncelikle kendimizi sevmeliyiz.
Gerisi ise sadece koca bir boşluk; hiçlerle, hiçliklerle örtülü. Hiçbir şey
için pes etmeye, vazgeçmeye değmez.
Zaten eninde sonunda
kaderimizi yaşamıyor muyuz, zaten bir şekilde vicdan muhasebesi yapıp
sorgulamıyor muyuz kendimizi. En azından yolumuzda yürürsek, göreceğiz ki;
mutluluk er ya da geç bizim olacak.
İnanç, azim ve sevgi…
Genlerimizde saklı olan bu üçlü parolamız olmalı. Parlayan ışığı her halükarda
yakalamak öylesine mümkün ki; zira göreceğiz ki bu ışık zaten bizim hayattaki yansımamız.
Yolumuzu aydınlatan,
enerjimizi ve motivasyonumuzu güçlendiren içimizdeki aydınlık, eninde sonunda
güneşin yaydığı parlaklıkla eş değer olabilecek güçte ve sonsuzlukta.