Hep Bir Rüyanın Peşine Takılıp Gittiler Bu İllerden

Peygamberimiz H.Muhammad Mustafa (s.a.v)in hatırasına ithafen.
serinin yedinci babı

şimdi senden uzakta
bildim dediğim bir aldanıştır çünkü aşk 
duydum dediğim bir yanıştır 
sensizliğin içine mıhladılar bizi 
sensizlikte hasretin hüzzamlarını öğrendik kucak kucak

sabahı beklerken 
hasretini içine çekerken hangi mecnundur
kum tanelerince ayrı maceralarda sınanan
hangi nefestir mecnunluğa yükselen
mavera takılı dudaklarda can mı çığlıktır 
çığlık mı can 
sana doğru akan 
ey kainatın efendisi

aşkının nihavent saltanatını arar olduk köşe bucak 
bildiğimizi sandıkça yandık da yolunda
yolunda yandığımızı sandıkça bildik sonunda
aşkın gerçeği değildi bildiğimiz
aşkın ateşiydi yandığımız

*
annesini kaybeden sonra
kureyş'in reisi 
nur-u ahmedi 
yaşlı dedesi 
abdülmuttalibin himayesi altında
peygamber efendimiz

abdülmuttalib
uzun boylu
heybetli görünüşlü
parlak yüzlü, tatlı sözlü
üstün ahlaklı idi 

abdülmuttalib
sabırlı, akıllı, anlayışlı, mert ve cömertti
yoksul insanların karınlarını doyurmaktan büyük zevk alır 
dağ başlarında aç susuz kalan kurdu kuşu da düşünürdü
cahiliye karanlıkları arasında 
aydınlık yoldan ayrılmayan bahtiyarlardandı

Allah'a bağlıydı
ahrete inanırdı 
ne pahasına olursa olsun tutardı verdiği sözü
mutlaka yerine getirirdi 
Cenab-ı Hakk'a adağını getirmek için
en çok sevdiği oğlu abdullah'ı 
bıçağın altına yatırmaktan bile çekinmemişti

yaşlı dede 
aynı zamanda çocuk sevgisi 
torun sevgisi nedir biliyordu
hele torunu kainatın efendisi gibi 
pırıl pırıl bir çocuk olunca
artık sevgisinin sözü mü olurdu

abdülmuttalib
etrafa nur saçan torununu canı gibi seviyor
şefkatli kanatları arasında onu 
nazlı bir yavru gibi barındırıyordu 
onsuz hiçbir yere gitmiyordu

bir gün 
alemlerin efendisini
kaybolan devesini aramaya gönderdi dedesi
biraz gecikince
kayboldu endişesiyle 
büyük bir telaşa kapıldı
derhal kabe'ye vararak ellerini yüce Mevla'ya açtı 
Allah'ım… bana geri lütfet muhammed'imi
diye dua etti

peygamber efendimiz az sonra 
deve ile birlikte çıkageldi
sevinçle kucakladı dedesi kendisini 
biricik yavrum, senin için o kadar üzüldüm 
o kadar feryad ettim ki 
yanımdan asla ayırmayacağım artık bundan sonra seni 
yalnız başına bir yere göndermeyeceğim

*
seyf bin ziyezen 
yemen hükümdarı 
habeşlilerden geri almıştı babasının ülkesini
san'anın gumdan şehrinde tahta oturmuştu
arabistan'ın dört bir tarafından 
aşiret ve kabile reisleri 
onu tebrike geliyorlardı

mekke'yi temsilen
abdülmuttalib'in başkanlığında 
bir heyet gumdan'a gitti
uzun bir yolculuktan sonra 
kureyş heyeti vardı gumdan'a
onları seyf bin ziyezen karşıladı
abdülmuttalib hükümdara kendini tanıttı
biz Allah'ın dokunulmaz kıldığı 
memleketin halkı
beytullah'ın hizmetkarıyız

bu konuşması hükümdarın dikkatini çekti
ey tatlı dilli kişi 
sen kimsin 
ben haşim'in oğlu abdülmuttalib'im
seyf, biraz daha dikkat kesildi
sevinç ve heyecan karışımı bir sesle
demek sen kızkardeşimizin oğlusun
abdülmuttalib
evet…

hükümdar
ey abdülmuttalib
sana bir sır emanet edeceğim 
bu sırrın seninle alakalı olduğu kanaatini taşıyorum 
bu başkalarından gizlediğimiz 
bir kitapta bulduğum 
çok büyük ve mühim bir haber
abdülmuttalib meraklandı 
nedir o  

seyf sırrını açıkladı
bu sıralarda dünyaya gelmiş olması muhtemel 
bir çocuğa ait bu sır
o çocuk sizin taraflarda
tihame bölgesinde doğacak
iki kürek kemiği arasında bir ben olacak
babası ve annesi ölünce onu dedesi 
ve amcası sırasıyla himayeleri altına alacak
o,düşmanlarını zillete uğratacak
en şerefli yerleri fethedecek
kıyamet gününe kadar 
rehber ve önder olacak insanlara 

abdülmuttalib
meraklandı ve heyecana kapıldı 
hükümdarın biraz daha açıklama yapmasını 
biraz daha açmasını istiyordu sırrını
ey hükümdar
ömrün uzun, saltanatın daim 
ve şanın yüce olsun
biraz daha açıklama yapar mısın
o çocuk hakkında 

hükümdar
ey Abdülmuttalib
bütün bu işaretlere bakılırsa
bu çocuğun dedesi sen olmalısın
bu sözleri duyan Abdülmuttalib 
sevincinden derhal secdeye kapandı

bu sefer merak ve şaşkınlık sırası kükümdara gelmişti
ey abdülmuttalib
sen anlattıklarımdan bir şey mi sezdin yoksa
gönlüyle birlikte gözlerinin içi de gülen abdülmuttalib 

ey hükümdar
benim abdullah adında üzerinde titrediğim 
çok sevdiğim bir oğlum vardı
onu kavmimizin eşrafından 
vehb bin abd-i menaf'ın kızı 
amine ile evlendirdim
bir çocuğu  geldi dünyaya

onun iki kürek kemiği arasında 
bir ben var
üzerinde taşıyor saydığın alametlerin hepsini  
babası da annesi de vefat etti
kendisi benim himayemde şimdi

seyf kanaatinde yanılmamış olmanın sevinciyle
ey abdülmuttalib
çok iyi koru torununu
yahudiler düşmandırlar ona
onların kendisine zarar vermesinden kork
ancak Allah, onun düşmanlarına 
imkan ve fırsat tanımayacak
benim eski kitaplardan öğrendiğime göre
yesrip onun hicret yeri olacak 

bir müddet sonra hükümdar ,kureyş heyetini 
büyük ikram ve ihsanlarla mekke'ye uğurladı 
verdiği hediyeler diğerlerinkinden çok daha fazlaydı
uğurlarken de ona
torununun  halinde ki değişiklikleri 
her yıl bana bildirmeni 
rica ederim dedi

ne var ki
seyf bin ziyezen henüz bu konuşmaların üzerinden 
bir sene bile geçmeden 
hayata gözlerini yumdu
bir aylık ayrılıktan sonra mekke'ye varan abdulmuttalib 
nur torununu hasretle kucaklayıp firak acısını 
visalin lezzetiyle gidermeye çalıştı

sevgili peygamberimiz (s.a.v.)
henüz dedesi abdülmuttalib'in himyesindeydi
kuraklık yüzünden mekke ve etrafı 
dehşetli bir sıkıntı 
amansız kıtlık içinde kıvranıp duruyordu

abdülmuttalib
büyüklüğünü anladığı torunu efendimizi 
yanına alarak oğlu ebu talib ile birlikte 
ebu kubeys dağına çıktı
kureyşliler geliyordu onların peşi sıra 

abdülmuttalib yüzünü kabe'ye çevirdi 
üç sefer gökyüzüne doğru kaldırarak peygamber efendimizi
Allah'ım 
bu çocuk hakkı için
bizi bereketli bir yağmur ile sevindir
diye yalvardı 

alemlerin efendisinin yüzü suyu hürmetine 
kabul oldu yapılan dua
anında yağmur damlalarıyla 
kureyşin sevinç gözyaşları birbirine karıştı
bütün bu olup bitenler
dedenin torununa karşı içten sevgisi 
bağlılığını artırıyordu kat kat 
kuvvetlendiriyordu istikbalde büyük bir insan olacağı kanaatini  
büyük bir ihtimam gösteriyordu nur torununa

yaşı epeyce ilerlemiş abdülmuttalib
bir gün aniden rahatsızlandı
rahatsızlığı arttırıyordu  gittikçe şiddetini 
artık bir başka aleme göçün yakında başlayacağını anlamıştı
ancak görmesi gereken bir vazife vardı
sevgili peygamberimiz (s.a.v.)i teslim edecek 
emniyet edilir bir kişiyi seçmek

bunun için bütün oğullarını çağırttı
ebu leheb geldi  aklına
fakat o katı kalpli 
merhametsizin biri idi
içinden  olmaz deyiverdi 
ya abbas  
hayır o da olamazdı 
çoluk çocuğu çoktu çünkü
ancak onlarla meşgul olabilirdi

ya hamza 
razı olmadı ona da
zira hamza genç ve meraklıydı ava
gereği gibi ilgilenemezdi torunuyla

ya ebu talib 
bulmuştu nur torununun hamisini 
ebu talib'in serveti azdı  gerçi
ama  boldu merhameti ve şefkati 
himayeye ancak o layık olabilirdi
torunu muhammed'i (a.s.m.)

efendimizin (a.s.m.) de görüşünü almayı ihmal etmedi
ey gözümün nuru söyle
amcalarından hangisinin himayesine girmek istersin
sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) 
yerinden kalktı dedesinin sorusuna cevap olarak  
gidip boynuna sarıldı amcası ebu talib’in

onun himayesini kabul ettiğini ifade etmiş oluyordu böylece
tercihinde isabet ettiğine sevindi abdülmuttalib de
dönerek şöyle dedi sonra ebu talib’e
sana emanet ediyorum torunum muhammedi
o, ilahi bir emanettir
her şeye rağmen onu 
canın ve başın pahasına da olsa 
koruyacağına 
açıkça söz ver ki bana
kalmadan gözlerim arkada 
gönlüm rahat etsin

efendimizin kendisine karşı teveccühünden 
fazlasıyla mütehassis olan ebu talib
gözleri dolu dolu oldu
babasına şu cevabı verdi
ey babacığım
sen hiç merak etme
yeğenimi öz çocuklarıma
hatta kendi canıma bile 
tercih edeceğimden emin olabilirsin
hayatta bulunduğum müddetçe 
ona hiç kimsenin zarar vermesine 
müsaade etmeyeceğime 
söz veriyorum

abdülmuttalib fazlasıyla memnundu
gözleri sevinç gözyaşlarına boğuldu
yakalandığı rahatsızlıktan kurtulamayan abdülmuttalib
torununun neşesine, sevgisine, tebessümüne doyamadan 
seksen yaşını aşkın bir ihtiyarken 
gözlerini dünyaya kapadı

fil yılından sekiz sene sonra mekke çarşısı 
abdülmuttalib'in vefatı dolayısıyla 
günlerce kapalı tutuldu 
kureyşliler, sevdikleri ve hürmet ettikleri 
bu ulu zatın ölümü sebebiyle
günlerce yas tuttu 
cenazesini el üstünde dolaştırdılar
defnettiler sonra.

sevgili Peygamberimiz (s.a.v.)
dedesini kaybetmekten derin üzüntü duydu
çünkü babasının ve annesinin de ebedi âleme göçünü hatırlatıyordu
dedesinin cenazesi ve defni sırasında 
gözyaşlarını tutamadı
bazen hıçkırarak
bazen sessiz sedasız ağladı 

peygamber efendimizin saadetli ömrü
ilk sekiz senelik bölümü 
işte böyle acılarla
üzüntü ve kederle dolu geçmişti 
adeta hassas ruhu ve rikkatli kalbi
ta o yaşlarda 
çekeceği meşakkat ve mihnetlere 
dayanmak için istikbalde
ıstırap ve sıkıntı teknesinde 
yavaş yavaş yoğruldu

*
redfer

İlyas Kaplan . Resül-i Kibriya Hz. Muhammed'in (s.a.v) Hayatı (I. Cilt)

( Hep Bir Rüyanın Peşine Takılıp Gittiler Bu İllerden başlıklı yazı redfer tarafından 30.09.2024 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu