YUNANİSTAN
ATİNA
Yunanistan’ın başşehri ve en büyük yerleşim merkezi. Deniz seviyesinden
ortalama 80-100 m. yüksekliktedir. Eski şehir, Attikê düzlüğünde Akropolis (156
m.) ve Likavittos (227 m.) tepeleri arasında
kurulmuştur. 427 kilometrekarelik bir alanı kaplar ve 7 km. güneyinde liman
şehri Pire ile birleşir.
Atina Yunan başpiskoposu Makarios’un daveti üzerine Venedik tarafından
işgal edilince Yıldırım Bayezid Timurtaş Paşa’yı Mora’ya yolladı ve Atina
muhtemelen 1397’de Osmanlılar’ın eline geçti; ancak bu hâkimiyet kısa sürdü.
Antonio (1402-1435) ve yerine geçen oğlu II. Nerio (1435-1455), Osmanlı
Devleti’ne tâbi olarak hüküm sürdüler. II. Nerio’nun ölümünden sonra dukalığı,
karısı Chiara ile Venedikli dostu Bartholomeo Contarini idare etmeye
başladılar, fakat halk tepki gösterdi ve bu durumdan faydalanan Fâtih Sultan
Mehmed’in gönderdiği Tırhala sancak beyi Turahan Bey, Mayıs 1456’da şehri ele
geçirdi.
Bunun üzerine Katolik başpiskoposu şehri terketti ve daha sonra Parthenon
Katedrali camiye çevrildi. Bu tarihten 1875’e kadar Atina’da herhangi bir
yüksek rütbeli Katolik din adamı bulunmamıştır. Şehir bir ara Osmanlı-Venedik
savaşları sırasında Venedikliler’in yağma ve talanına uğradı ise de (1466)
bundan sonraki 200 yılı aşkın sürede Osmanlı barışı (Pax Ottomanica) altında
yeniden toparlandı ve ilk 150 yıl içinde büyük bir gelişmeye mazhar oldu.
1489 yıllarında şehirde müslüman nüfus bulunmuyor ve sadece yetmiş sekiz
kişilik bir Osmanlı muhafız birliği Akropolis Kalesi’nde oturarak ibadet için
camiye çevrilen Parthenon Tapınağı’nı kullanıyordu. Aşağı şehirde bulunan
Fethiye Camii ise fetih ile ilgili olmayıp XVII. yüzyılda yapılmıştır.
Atina XVI. yüzyılın ortalarında Edirne ve Selânik’ten sonra Balkanlar’ın
üçüncü büyük şehri idi. XVI. yüzyılda Atina’da Kale Camii’nin (Parthenon) yanı
sıra aşağı şehirde de Yûnus ve Yûsuf Voyvoda Mescidi, Memi Çelebi b. Turhan Ağa
Mescidi ve Mehmed Voyvoda Muallimhanesi (mektebi) bulunuyordu.
Vergi gelirleri XVI. Yüzyılın başlarında kadı timarına tahsis edilen
Atina’nın 1520’lerde vezîriâzam İbrâhim Paşa haslarına, 1540 ve 1570’te padişah
haslarına, 1610 yılı civarında Dârüssaâde ağasının kontrolü altında onun
tarafından tayin edilen voyvodanın idaresinde bir vakıf (Haremeyn vakfı)
statüsündeydi. 1667’de şehri gezen Evliya Çelebi hâne sayısını mübalağalı
şekilde 7000 olarak gösterir ve ayrıca dört cami, yedi mescid, bir medrese, üç
mektep, iki tekke, üç hamam, iki de hanın bulunduğunu belirtir. 1675-1676’da
şehri ziyaret eden Jacop Spon ve George Wheler de biri kale içinde, dördü
şehirde olan beş camiden bahsetmektedirler.
Osmanlı kaynaklarında, Medînetü’l hükemâ (hikmet sahiplerinin şehri adıyla
tanımlanan Atina’da bazı önemli Osmanlı aydınları da yetişmiştir. XVII.
yüzyılın sonlarında Atina’da kadılık yapan ve Târîh-i Medînetü’l-hükemâ adıyla
şehrin ayrıntılı bir tarihini yazan İstefeli Kadı Mahmud Efendi bunların
başında gelmektedir. Ayrıca XIX. yüzyıl şairlerinden Sürûrî de buralıdır.
Osmanlı döneminde hıristiyan eğitimi de ihmal edilmemişti. 1614-1619
yılları arasında ve 1645’ten sonra Atinalı Korydalleus felsefe öğretimini
sürdürdü. 1647’de Venedik’te oturan zengin bir Atinalı, Venedik’te eğitim görmüş
öğretmenlerin ders verdiği felsefe ve belâgat okutulan bir okul açtı. Birçok
Yunanlı genç de 1658’de Atina’ya yerleşmiş olan Katolik Capucine rahiplerinden
dersler gördü.
Geniş araziye sahip Panteli Manastırı tarafından, İstanbul Eminönü’ndeki
Yenicami Vâlide Sultan vakıfları için yılda 2500-3000 okka bal
gönderiliyordu.XVIII. yüzyılda Osmanlı imar faaliyetleri sürdü ve bu dönemde
Parthenon’daki harabeler içinde, 1842’de yıktırılan kubbeli cami (1700) ile
Hacı Mehmed b. Osman tarafından bir medrese (1721), bir Bektaşî tekkesi (1743)
ve bugüne kadar ulaşabilen kubbeli Mustafa Ağa Camii (1177/ 1763-64) yapıldı.
Bunlardan başka dört tekke ile Softa Camii adını taşıyan bir mâbed daha inşa
edildi.
Bugüne kadar sadece Fethiye Camii ile Hacı Mustafa Camii gelebilmiş ve her
ikisi de tamir edildikten sonra müzelere bağlı olarak kültürel maksatlarla
kullanılmaya başlanmıştır.
Âbid Efendi Hamamı XVII yüzyılda yapılmıştır. Atina’nın Türk idaresinde
kaldığı yaklaşık 350 yıla yakın bir süre boyunca burada vakıf eserleri
yapılmıştı, Atina’nın bir Türk kasabası
görünümünü,1801-1805 yılları arasında şehirdeki Osmanlı idaresi sona ermeden
burayı gören E. Dodwell’in Atina Çarşısı’nı tasvir eden renkli resminde
dükkanların arkasında iki minare görmek mümkündür.
A.Mommsen’in Athenae Christianae (Hıristiyan Atina) adıyla 1868’de basılan
kitabının haritasında ise Yenicami, Softa Camii, Direk Camii ve Küçük Cami
olarak adlandırılan dört caminin yerleri işaretlenmiştir. Ekrem Hakkı Ayverdi
bunların dışında, Kule mahallesinde 1085 (1674-75) tarihli bir defterde adı
geçen Hasan Bey Camii ile
Başbakanlık Arşivi’ndeki 1189 (1775) tarihli bir kayıtta anılan Memi Çelebi
Camii’nin adlarını vermektedir.
Fethiye Camii. İlkçağ’daki Agora’nın kenarında, Mustafa Ağa Camii’nin az ilerisinde bulunan Fethiye Camii’nin etrafı uzun süre etrafı askerî binalarla sarılıydı.
Yenicami.
Atina’nın içinde olan Yenicami hakkında herhangi bir bilgi yoktur. Yalnız bir
gravürü Dupré’nin 1825’te neşredilen seyahatnâmesinde yayımlanmıştır. Resimden
anlaşıldığına göre etrafında Türk mezar taşları ile dolu geniş bir hazîre
vardı.
Tekkeler. Evliya Çelebi Atina’da iki tekkenin varlığından bahseder. Bunlardan birisi Akropolis’in girişinin tam karşısında olan ve hiç bir iz bırakmadan kaybolan Hüseyin Efendi Tekkesi’dir. Bu tekkeden sonra tekke sayısı artarak en az beşe yükselmiştir. Bunlardan Fethiye Camii’nin karşısında olanı, Atina Türk idaresinden çıktıktan sonra uzun süre Katolik kilisesi olarak kullanılmış ve Agora kazısı yapılırken yıktırılmıştır. Bedesten Meydanı ile Akropolis’in güney yamacı dibinde olan diğer üç tekke de hiçbir iz bırakmadan ortadan kaldırılmıştır. İbrâhim Efendi Tekkesi olarak adlandırılan bir tekke ise Roma devri agorasının yerinde hidrolik saat, Evliya Çelebi tarafından Eskicami yakınında “Eflâtun çadırı” diye adlandırılarak, dışındaki kabartmalar ayrıntılı biçimde tarif edilmiştir. Buranın bir Mevlevî tekkesi olduğu ve Rüzgâr Kulesi’nin de semâhane olarak kullanıldığı bilinmektedir.
Medrese. Evliya Çelebi Atina’da iki sıbyan mektebi ile bir medreseden bahseder. Bugün Roma agorası yakınında, 1721 yılında Hacı Mehmed tarafından yaptırılan medresenin kalıntısı hâlâ durmaktadır.
Hamamlar. Evliya Çelebi Atina’da üç hamamın adlarını verir.(Bey, Hacı Ali ve Âbid Efendi hamamları.)
Çeşmeler. Evliya Çelebi Atina’da Türk devrinde yapılmış çeşmelerden bahsetmez. Bu
çeşit hayır tesislerinin Atina’nın ikinci defa fethinden sonra, yani XVIII.
yüzyıl boyunca yapıldığı anlaşılmaktadır. Nitekim Atina voyvodası Hacı Ali Haseki tarafından vakfedilen
çeşme, A. Orlandos Atina’da bir de Ali
Ağa Çeşmesi’nin bulunduğunu belirtir. Semavi Eyice Machiel Kiel
SELÂNİK
Yunanistan’da tarihî bir şehir. Bugün Thessaloniki olarak anılmakta olup
Osmanlı coğrafyacılarınca “İstanbul’un bir parçası”, Yahudiler tarafından
“şehirlerin anası” diye tanımlanır. 1912’ye kadar çeşitli ve çok kültürlü
nüfusu ile kozmopolit bir özellik göstermiş, XIX. yüzyılda Tuna üzerindeki
Rusçuk ile birlikte imparatorluğun en modern şehri olmuştur. Burası ayrıca Jön
Türk hareketinin beşiği ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal
Atatürk’ün doğduğu şehirdir.
Türkler 1430’dan sonra geldiklerinde Selanik çevresindeki boş arazilere
yerleşti. 1387 baharında Çandarlı Hayreddin Paşa ve Gazi Evrenos kumandasındaki
birlikler uzun süren bir abluka neticesinde Selânik’i ele geçirdi. Osmanlılar
şehirde tam bir idarî kontrol kurmadı. II. Murad tahta geçince Selânik’i abluka
altına aldı Bizanslılar da koruyamadıkları Selânik’i Venedik’e sattı Osmanlılar
buna itiraz etti. II. Murad savaşmadan teslim olmaları halinde şehir halkına
imtiyazlı bir statü sağlamayı teklif etti, Rum halk bu teklife olumlu yaklaşsa
da Venedik yönetimi II. Murad’ı teklifini reddetti. 29 Mart
1430’da bir ay süren şiddetli bir kuşatmanın ardından bizzat II. Murad önderliğindeki
Osmanlı birlikleri surları aştı. Osmanlı merkezi olan Yenice-i Vardar’dan 1000
kadar Türk’ü Selânik’e yerleştirdi. Acheiropoietos / Aziz Paraskevi
Bazilikası’nı Eskicuma Camii diye anılacak olan bir cuma camiine dönüştürdü.
Diğer bazı kiliseler ya mescide çevrildi ya da inşaat malzemesi kaynağı olarak
kullanıldı.
II. Murad, Selânik’in tam merkezinde büyük çifte bir hamam ve tüccarlar
için büyük bir han inşa ettirdi. Bu büyük kervansaray 1920’lere kadar ayakta
kaldı, bu tarihten sonra yerine bir otel yapıldı. Hamam ise günümüze ulaştı ve
1990’larda mükemmel şekilde restore edildi.
Selânik’te 1480’lerden itibaren âbidevî yapılar inşa edildi. 1484’te
İstanbul’da cereyan eden bir iktidar mücadelesi sonucu başşehirden
uzaklaştırılıp Selânik valiliğiyle emekli edilen İnegöllü İshak Paşa kendi
adına bir zâviye-cami yaptırdı. Bina Alaca İmaret Camii olarak da bilinir. Bu
caminin inşa edildiği yıllarda daha sonra paşa olacak olan Halil Bey Çarşı
mahallesinde büyük bir çifte hamam yaptırdı. Burası daha sonra çok sayıda
yahudinin yerleştiği mahalle içinde kaldığından yahudi hamamı adıyla tanındı.
1492’de İspanya’dan kovulan müslüman ve yahudilerin çoğu Kuzey Afrika’ya,
özellikle de Osmanlı topraklarına yerleştirildi. Bunlar, bazı Osmanlı
şehirlerinde Gırnata’nın düşüşüne tepki olarak hıristiyanların kiliselerine el
koydular. Selânik’te de erken hıristiyan döneminden kalma Aziz Dimitrios
Bazilikası camiye çevrildi ve Kasım ile Dimitrios’u aynı kişi olarak gören
İslâmî inanış uyarınca Kāsımiye adıyla anıldı. II. Bayezid bu yeni camiye bir
gelir bağladı. XVI. yüzyıl başlarına ait bir icmal defterinde II. Bayezid
vakfına ait üç hamamdan (Kule Hamamı, Şengül Hamamı ve Hamâm-ı Cedîd), bir
kervansaraydan ve birçok dükkândan bahsedilir. Caminin büyük kitâbesinde Sultan
Bayezid’in adı geçer ve camiye çevriliş tarihi 1493 olarak verilir. Tahminen
1502 tarihli olan bir defter parçasına göre Selânik’te toplam 1680 hâneli otuz
yedi müslüman mahallesinde dört cami ve otuz üç mescid bulunmaktaydı.
XVI. yüzyılın ilk yıllarında daha
önce mescid haline getirilen kiliselerden Aziz Katarini, Yâkub Paşa tarafından
camiye dönüştürüldü. Cami vakfiyesi 1510 yılına dayanır. Yaklaşık aynı dönemde
Selânik’in yerlisi olan Kadı İshak Çelebi eski Aziz Panteleimon Kilisesi’ni
İshakıye Camii’ne çevirdi. 1521’den az bir zaman sonra Vezir Cezerî Kasım Paşa,
Selânik’e emekliliğe gönderilince buradaki 1314’ten kalma On İki Havâri
Kilisesi’ni camiye dönüştürdü, bu yapıya bir imaret ve büyük bir hamam ekletti.
Ayasofya Metropoliten Kilisesi 1523’te Vezîriâzam İbrâhim Paşa tarafından
camiye dönüştürüldü. Yapıya parlak mermerden hârikulâde bir minber, ondan daha
güzel bir kürsü, sütunlu bir sayevan ve yüksek bir minare eklendi.
Zeus ya da Kabiryan tanrıları tapınağı olarak Roma İmparatoru Galerius tarafından
300’lerde yapılmış ve IV. yüzyılda İmparator Theodosios tarafından kiliseye
çevrilen bina 1591 yılında bina Halvetî şeyhi Hortacî Süleyman vasıtasıyla
camiye çevrildi, Vezîriâzam Koca Sinan Paşa da yeni kurulan bu camiye vakıflar
tahsis etti.
1619’da Hamza Bey Camii Yunanistan’da Osmanlılar tarafından yapılmış en
büyük son şeklini kazandı. Hamza Bey’in kızı Hafsa Hatun tarafından 1467-68’de
bir mescid olarak kurulan cami eski Selânik’in ana caddesi üzerindedir.
Osmanlı idaresinin ilk iki yüzyılı düzen içinde sakin ve barışçıl bir
ortamda geçti.
Şehri 1590’lı yıllarda gören Seyyah Âşık Mehmed burada yedisi kiliseden
çevrilme on bir cuma camii ve yetmiş seksen dolayında mahalle mescidinin
olduğunu, liman kesiminde Mısır tüccarının dükkânları ve ticaret yerlerinin
bulunduğunu; bir bedestenin, birçok hanın (üçünün adını verir: Mustafa Paşa,
Suluca, Malta Hanı), sekiz dokuz hamamın yer aldığını (önemlilerinden dördü
çifte hamam: Bey, Mustafa Paşa, Hüsrev Kethüdâ, Halil Ağa); ziyaret ettiği
yahudi havrasının kütüphaneli, birkaç katlı eğitim yeri durumunda olup burada
1000 talebenin okuduğunu belirtir.
1078 (1668) baharında Selânik’i ziyaret eden Evliya Çelebi, sayılarını
verdiği ev (33.000) ve mescidle (150) burçlardaki askerlerin sayısı oldukça
abartılı ise de şehrin bazı camilerinin (meselâ Ayasofya ve Kāsımiye) ölçüleri
neredeyse tamdır. Onun tarif ettiği önemli camilerden yedisi bugün ayaktadır.
Zikrettiği Osmanlı yapımı diğer on cami ise çoktan yıkılmıştır. Evliya Çelebi
tekke sayısı vermemiş, buna karşılık Defterdar Ekmekçizâde Ahmed Paşa tarafından
yaptırılan Vardar Kapısı’nın dışındaki mevlevîhâneyi bütün ayrıntılarıyla
tasvir etmiştir. Ayrıca on bir hamamdan ve özellikle II. Murad Hamamı’ndan
genişçe bahseder. Liman tasviri ve Mısır’dan keten, kına, şeker, pirinç, kahve
ticareti yapan 500 dükkânlı İskele Kapısı yakınlarındaki Mısır Çarşısı
tasvirleri de çok değerlidir. Bu bilgiler Âşık Mehmed’in verdiği bilgilerle
önemli ölçüde örtüşür.
Şehrin bütün sokakları taşla döşenmişti; evler iki kat yükseklikte, bazı
yerlerde ise üç kata kadar çıkmaktaydı. Barski otuz cami saymış ve kiliselerin
sayısını da otuz olarak vermiştir.
1906 tarihli Selânik vilâyeti salnâmesi otuz altı cami ve yirmi dört
mescidden adlarıyla, ayrıca dokuz medrese ve diğer cemaatlere ait birkaç kilise
ve sinagogdan bahseder. Osmanlı belgelerinde üç imaret, dokuz mektep ve on
dokuzdan az olmayan tekke ve zâviyeden söz edilir. Bu tekke ve zâviyelerin
bazısı zengin kütüphaneler barındırır.
Selânik birçok Osmanlı şairi, yazarı ve ilim adamının doğum yeridir. Bunların arasında tarihçi Selânikî Mustafa, Müneccimbaşı Ahmed ile Mevlevî şairi Âkif (kendisinin Farsça-Türkçe manzumesi Rotonda Kilisesi/Camii’nde bulunan Şeyh Hortacî Türbesi’nin duvarında yazılıdır ve hâlâ görülebilir), Cemal, Hasan Dâniş, Esad Dede Mevlevî, Hâmi Efendi Nakşî, Meşhûrî (divanı 1292’de [1875] Selânik’te basılmıştır), Osman Nûri bulunmaktadır. Machıel Kıel
MORA
Yunanistan’ın güneyindeki tarihî Peloponnesos yarımadasına
verilen isim. Hexamilia (6 mil) adlı dar bir berzahla Yunanistan anakarasına bağlanan
ve büyük bir el şeklinde olan yarımadanın yüzölçümü 21.480 km²’dir.
Osmanlı devrinde ise (1460-1829) çok defa mütevazi bir ekonomik ve kültürel
gelişmeye sahne olmuş, XVII. yüzyılda müslüman nüfusu ve özellikle camileri,
medreseleri, hamamlarıyla bu kültürün bir parçası olarak ön plana çıkan
Tripolis (Tripolitsa), Balyabadra (Patras), Anabolu (Nauplion) ve diğer bazı şehirleri
İslâm kültürünün önemli merkezleri haline gelmiştir.
1383’ten 1402’ye kadar Pedro de San Superano kumandasındaki Navarre paralı
asker bölüğü Mora’nın büyük bir kısmında etkili oldu. Achea Prensliği’nin
yönetimini ele geçiren Navarre bölüğünü buradan çıkarmak için Despot Theodore,
Tesalya’yı 1388-1389’dan beri elinde tutan Gazi Evrenos Bey’i Mora’ya davet
etti, fakat Evrenos Bey kısa zamanda taraf değiştirdi. XIV. yüzyılın sonunda
Theodore ve San Superano Yıldırım Bayezid’in vasalı oldular. Osmanlılar
kuşatmanın kaldırılmasını sağladılar ve Theodore’un topraklarının içine doğru
ilerleyerek onları geri püskürttüler. Niğbolu savaşının (1396) ardından
Yıldırım Bayezid Mora’yı hedef aldı. 1397 Haziranında Osmanlı birlikleri berzahı
aşıp Venedikliler’in elindeki Argos’u zaptetti. Ankara Savaşı’ndan sonra
1402’den 1423’e kadar Osmanlılar’la Bizanslılar arasında barış hüküm
sürdü.
Osmanlı saldırılarının dışında (meselâ 1431’deki) Osmanlılar’la Bizanslılar
arasında 1423’ten 1443’e kadar barış hâkim oldu ise de yerğmede da savaş eksik
olmadı.1540 yılında Mora yarımadası Osmanlı kontrolü altına girdi.
Osmanlı idaresinde Mora giderek kendini toparlamaya başladı. İki yüzyıldan
fazla bir süre boyunca barış ve huzur dönemi yaşandı. 1521 yılına ait sayıma
göre toplam nüfusun 280.000 kişi dolayında olduğunu ve bunun % 9’dan fazlasını
Türkler’in oluşturduğunu gösterir. 1521 yılına ait verileri ihtiva eden 935
(1529) tarihli icmal defterinde Mora’da on bir kaza, on beş kale, on beş
kasaba, on iki cami, on beş mescid, beş zâviye, yedi mektep, dokuz hamam, 1490
köy, 293 mezraa, kırk altı çiftlik ve yirmi bir manastırın bulunduğu tesbit
edilmiştir. Bunun yanı sıra on bir kadı, yirmi beş zaîm, 747 sipahi, on yedi
dizdar, on beş kethüdâ, 1079 kale muhafızı, otuz yedi topçu, yirmi iki
zemberekçi, on iki hatip, yirmi iki imam, yirmi yedi müezzin, 809 kale
hizmetlisi, koruyucusu (on üç müslüman, 796 hıristiyan), avârız vermekle
mükellef 872 müslüman, 48.508 hıristiyan ve bu vergiden muaf 2028 müslüman, 736
hıristiyanın mevcut olduğu belirtilmiştir.
XVI. yüzyılda Türkler’in hepsi şehirlerde yaşıyordu. Camiler, mektepler,
hamamlar, kervansaraylar ve tekkeler mahallî idare temsilcilerince veya yüksek
rütbeli askerî erkân tarafından inşa ettirilmişti. Sadrazam Hadım Ali Paşa
Balyabadra, Koron, Mezistre, Modon ve eski Navarin’de mektepler, Koron,
Mezistre ve Navarin’de bir hamam ve Modon’da iki hamam yaptırmıştı. Sultanlar
kendi rollerini, zaferin bir sembolü olarak ve müslümanların öncelikli
ihtiyacına cevap vermek için sadece kiliseleri camiye çevirmekle sınırlandırmışlardı.
Bunlardan en az dokuzu bilinmektedir (Anabolu, Argos, Balyabadra, Corinth,
Koron, Londari, Mezistre, Modon, Monemvasia/Menekşe). Bunların yanı sıra ilk
defa II. Bayezid klasik Osmanlı mimarisi tarzında Holomiç’te, Balyabadra
Kalesi’nde, Androusa’da ve diğer yerlerde yeni camiler yaptırmıştır.
1572 ile 1583 yılları arasında limanın girişine oldukça muhkem yeni bir
hisar yaptırıldı, yakınında da 700 hânelik yeni bir kasaba ortaya çıktı. III.
Murad bu yeni kalede küçük bir mescid, kasabada âbidevî bir cami inşa ettirdi.
Bu cami hâlâ ayaktadır ve Güney Yunanistan’daki en büyük Osmanlı dinî
eseridir.
Gastouni kasabasında 1583’te 300 hâne ve 192 mücerret (bekâr erkek)
hıristiyan nüfusu vardı. 1668 Evliya Çelebi Gastouni’den geçtiğinde burası bir
müslüman kasabası olmuştu. Bu tarihte bünyesinde 200 müslüman hânesi, dört
cami, bir medrese ve biri Kādiriyye, biri de Halvetiyye olmak üzere dört tekke
bulunduruyordu.
Evliya Çelebi, Zarnata’da kale ile varoşta bulunan hıristiyanların
evlerinin Ali Paşa tarafından satın alındığını ve sâkinlerinin şehirden
çıkarıldığını, yediye yakın kilisenin camiye çevrildiğini, birçok hamam, okul,
zâviye inşa edildiğini belirtir.
Fransız asilzadesi ve diplomat Aubry de La Motraye, 1709’da Modon
Limanı’nda birkaç gün kaldığında Modonlu Yunanlılar’ı kendilerinden az vergi
alan, fakat diledikleri gibi yaşama hakkı tanıyan Türk idaresinde olmak için
dua eder halde bulmuştu. Halk Venedikli askerlerin evlerini karargâh haline
getirdiğini, kadın ve kızlarına tecavüz ettiğini, papazlarının Ortodoksluk
aleyhinde konuştuklarını ve devamlı olarak kendi dinlerini kabul etmeye
zorladıklarını, halbuki Türkler’in asla böyle bir şey yapmadıkları gibi
kendilerine mümkün olan bütün özgürlükleri tanıdıklarını söylüyordu.
1715-1770 yılları, İslâmiyet’in ve İslâm kültürel hayatının yeniden
teşkilinin hızla gerçekleştiği dönem olarak tanımlanmaktadır. Anabolu’da III.
Ahmed ve vezirleri tarafından inşa edilen büyük kubbeli yarım düzine cami
yükseldi; hatta bizzat III. Ahmed şehri görmek için buraya geldi. 1729-30 tarihinden kısa bir zaman sonra I.
Mahmud’un musahibi Moralı Beşir Ağa Argos şehrinde kubbeli bir cami yaptırdı;
yanında bir medrese, okul, kızlar için özel bir okul, bir kütüphane ve bir de
hattatlar için eğitim yeri açtı. Moralı Topal Osman Paşa, Argos ve Tripoliçe’de
muazzam kubbeli camiler inşa ettirdi. 1740 Moralı Bekir Paşa bir medrese,
hamam, büyük bir han ve bedestenle birlikte bir cami yaptırdı. Benzerleri biraz
daha düşük seviyede Balyabadra, Vostitsa, Arkadia ve diğer yerlerde
gerçekleştirildi. 1715’ten itibaren Şeyh Yahyâ Şerefeddin Moravî önderliğinde
Cerrâhî-Halvetî dervişleri birçok şehirde yeni tekkeler kurdular (Anabolu ve
Kalavrita’da iki tekke, Balyabadra, Gastouni, Tripoliçe ve Vostitsa’da bir
tekke) ve önceden din değiştirmiş olanları tekrar müslümanlaştırmak için
çalıştılar.
1193’ten (1779) sonra Osmanlı Morası son bir defa daha inşa faaliyetine
sahne oldu. Camiler ve kaleler tamir edildi, yenileri yapıldı. 1793’te Kaymakam
Tecelli Mehmed Efendi Tripoliçe’de yeni bir cami yaptırdı. 1796’da Yûsuf Agâh
Efendi aynı şehirde bir okul ve bir kütüphane inşa ettirdi.
XVI-XIX. yüzyıllar arasında Mora, klasik Osmanlı edebiyatı ve şiirine
mütevazi bir katkıda bulunmuştur. XVI. yüzyılda Arkadia’da (Kiparissia) yaşayan
ve burada ölen Mezistreli Firdevsî ve Koronlu Kıyâmî gibi şairler, XVII.
yüzyılda Gördüslü şair Hüseyin, yine Gördüslü şair, mutasavvıf ve Gülşeniyye
tarikatının bir kolu olan Sezâiyye’nin kurucusu Hasan Sezâî-yi Gülşenî gibi
isimler dikkat çeker. XVIII. yüzyılda ve XIX. yüzyılın ilk döneminde, 1770
ihtilâlinden geriye çok değerli bir eser bırakan Tripoliçeli Süleyman Penah
Efendi, Türkçe, Farsça ve Yunanca şiirler yazan Anabolulu Mehmed Emin Sabri
Efendi, münevver-şair ve siyaset adamı Tripoliçeli Abdurrahman Sâmi Paşa, Sâmi
Paşa’nın da yetiştiği önemli edebiyat halkasını oluşturan Halvetiyye’nin
şeyhinin oğlu Necib Ahmed Efendi gibi fikir ve edebiyat ustaları vardır.
Kazasker Hamid Efendi’nin kızı, Mevlevî dervişi ve şair Leylâ Hanım da aslen
Moralıdır. Moralı birçok asker ve siyaset adamı arasında en önemli isim Mora
valisi ve daha sonra sadrazam olan Topal Osman Paşa’dır. Bu aileden gelen Râtib
Ahmed Paşa’nın en büyük torunu Nâmık Kemal’dir. Machıel Kıel - John Alexander
Yunanistan’da Doğu Makedonya’da Nestos (Mesta Karasu)
ve Strymon (Struma / Karasu) nehirleri arasındaki ovada Menoikion dağının (Türk
döneminde Çayırlı Balkan) eteklerinde denizden 70 m. yükseklikte yer almakta
olup Yunanca Serres (Serrhae), Türkçe Siroz ve daha çok Serez diye adlandırılmıştır.
Burası antik dönemden beri meskûn bir yerdir.
Serez 785’te (1383) Deli Balaban Bey ve Lala Şâhin
Paşa’nın idare ettiği Osmanlı birliklerince fethedildi. Yıldırım Bayezid 797’de
(1394-95) vasalları olan Balkan prenslerini ve Bizans imparatorunu burada
topladı. Ardından bölgedeki araziler Gazi Evrenos Bey’e ve Kazasker Çandarlı
Kara Halil Hayreddin Paşa’ya tahsis edildi. XV. yüzyılın sonlarından XVI. yüzyıla
kadar sultan ailesinin üyelerine verildi. Şehir civarındaki kesime Osmanlı
varlığını pekiştirmek için Saruhan yörükleri yerleştirildi. Mahallî geleneğe
göre Serez barış yoluyla teslim olduğundan şehrin hıristiyan nüfusuna
dokunulmadı, kiliseler camiye çevrilmedi ve müslümanlar sur içinde yerleşmedi.
Dolayısıyla müslümanların camileri, zâviyeleri, medreseleri kasabanın etrafı
surla çevrili kısmının dışında inşa edildi.
Serez’de pek çok vakıf kuruldu ve bunlara çeşitli
tahsisatlar yapıldı. 1385’te Büyük Vezir Çandarlı Kara Halil Hayreddin Paşa’nın
inşa ettirdiği Atik Camii (Kurşunlu Cami) gibi şehrin önemli camilerinin
kalıntıları 1938 yılına kadar ayakta kaldı. Çandarlı ailesi mensupları (Ali
Paşa, İbrâhim Paşa, Eslime Hatun ve Dâvud Paşaoğlu, Mustafa Bey) kervansaray,
bedesten, mescid ve cami yaptırarak şehrin diğer hayır severleri arasında öne
çıktı. 1415-1416’da Evrenos Bey, Serez ovasında bulunan Toumba (yeni ismi
Gazoros) köyünden gelen gelirlerle donatılmış bir imaret inşa ettirdi. Fâtih
Sultan Mehmed’in idaresi esnasında Serez toprakları, Trabzon Rum Devleti’nin
yıkılmasının ardından II. Murad’ın eşi olan Marija Brankoviç’e (Mara Hatun)
olduğu gibi David Kommenos’a hibe edildi. Serez’in bütün köylerinin geliri ise
II. Bayezid ve kızları Kamer ile Selçuk hatunlara aitti.
Kasabadaki müslüman mahalleleri genellikle burada
vakıflar kuran resmî kişilerin isimlerini taşırken hıristiyan mahalleleri
kilise ve esnaf adlarıyla anılmaktaydı. XVI. yüzyılın ilk çeyreğinde darphâne
hizmetinde kırk iki, Evrenos Bey imaretinde yirmi iki kişi çalışıyordu. Tahrir
kaydında burada mescidler dışında iki cami, iki imaret, iki medrese, yedi
zâviye ve beş hamam olduğu zikredilmiştir.
XVII. yüzyılda Evliya Çelebi 4000 müslüman ve 2000
hıristiyan hâne halkının bulunduğunu tahmin etmekte ve on iki cami, doksan bir
mescid, sayısız medrese, tekke, çeşme, sebil ve dükkân, yirmi altı okul, beş
hamam ve sayısız imaret ve büyük bedestenin (şu anda Arkeoloji Müzesi)
varlığını haber vermektedir.
1871 tarihli Salnâme’ye göre Serez sancağının
68.468 gayri müslim ve 43.144 müslüman nüfusuyla 545 köyü, 3035 evi, 1292
dükkânı, altmış bir hanı, iki hamamı, yirmi camisi, on sekiz mescidi, sekiz
medresesi, on dört tekkesi, üç imareti, on dört okulu ve kırk iki kilisesi
bulunmaktaydı.
Çok az tarihî eser (sadece üç cami: Zincirli Cami, Mustafa Bey, Gedik Ahmed Paşazâde Mehmed Bey ve Çandarlı İbrâhim Paşa tarafından yaptırılan bedesten) ardı arkası kesilmeyen yıkımlardan sağlam çıkabildi ve şehrin Osmanlı geçmişini hatırlatan unsurlar olarak ayakta kalabildi. EVANGELIA BALTA