Tutuklu düşlerin
utangaç sitemleri ta derinden arşı alaya uzanan…
Bitimsiz arzuların
sakıncalı vuslatı istem dışı…
Kırık bir yüreğin
burkan haykırışı duyulmayacak kadar kısık ve usul usul.
Nadirdir bu yoldan
geçen: Bakan gözler kör ve sığıntı yalnızlığım izbelerde gizli saklı.
Haydi, vurun, vurun bir
kez daha; acımadan ve defalarca.
Sökün yüreği sökün ki
huzura ersin nefretin yoz ve bitimsiz öfkesi.
Çok görün, hatta yok
sayın ve kerelerce susun. Susun da yadsıdığınıza vakıf olayım şu saf ve bakir
ovalarda at koşturan dipsiz hayallerimle.
Gülsem ne çıkar ağlasam
ne fayda.
Sızsam karanlık ve
kuytu bir köşede ve sarhoş olsam içmeden... Mezem hüzün olsa ne çıkar. Haydi,
söyleyin ve tek bir neden gösterin mutluluk gizlenmiş iken badem gözlerinde o
vefasızın. Gamzelerde yankı bulan o tutumsuz duygular çağlasa ne çıkar. Yana
yakıla uzatsam elimi uzanıp da dokunur musunuz. Çetrefilli hayatlar ne verir ki
kıymet bilmez bir gönül eşlik ederken. Ben gönle gönül demem içinde
demlenmiyorsam. Ve susarım her serzenişte. Güller solarken ben solmuşum çok mu.
Hazan ağlarken ben sele kapılmışım, boğulsam ne çıkar. Yüzmeyi öğretmedi babam.
Burnumun ucunu görmedim ömür boyu. Hanlar, saraylar istemedim ki. Kuru başıma,
bir lokma ekmek yeterdi bana.
Doyumsuz kim ise
nazarımda varsın yıksın ortalığı virane olmuş, yegâne korunak çoktan çalınmış
ise çok mudur varlığım çoktan kaybolmuşken…
Aylardan savrukluk,
günlerden yoksunluk ve saatler beni vururken, duvarlara vuruyorum başımı. Kan
revan içinde şu bitik yürek, kıt kanaat geçinip giderdim oysa. Yeterdim,
yetinirdim ‘’yeter’’ diye haykırsam da içten içe…
Alı al moru mor
duvarlar. Ela gözlerde çınlayan haykırışlar sessizce ve gönül gözüyle hayat
bulurken engin varlığımın sınır dışı edilmiş ve çoktan ihlal edilmiş kavrukluğunda.
Hörgücümde sabır,
Başımda sevda
Elimde kırık bir saz
Elimden geldiğince
bitimsiz niyaz.
Mihenk taşı imiş
nihayetsiz ve istifli, katmerli duygular. Tahakkuk etmiş o kurallar çoktan
vadesini doldurmuş. Yakındır infaz saati. Bitimi şu izafi ömrün dudaklarınızdan
çıkacak tek bir sözde gizli.
Ha dün, ha bugün hatta
hiç var olmamış yoksunluğunda ne varsa katık yapmıştım yanına ömrün…
Yine de, yeniden ve her
şeye rağmen doğuyorum her yeni gün: Bazen batıdan doğuyorum uzatıp başımı
keşfetmeye çalışırken. Ve doğudan batıyorum kasveti tıkarken çöpe. Çok şey
borçluyum ve bir o kadar alacağım var. Çetelesini tutuyorum dostumun,
düşmanımın. Denge kayıp gitmiş. Nedense eşleşmiyor şu bozuk kefeler. Kilolarca
birikmiş onca kirli yükü atıyorum derinlere ve sıvazlıyorum sırtını mutluluğun
çapkınca göz kırparken uzaklardan.
Göreceli ve izafi
boyutu şu evrenin serili iken ayaklarımın altından çekiyorum perdeyi ardına
kadar ve konaklıyorum odalardan birinde: Biraz loş ve belki kırık dökük eşyalar
ve derken ayaklanıyorum bir akşam vakti tutarken elini özlemin. Koşuyorum
koşabildiğim kadar, kan ter içinde uyanırken uykularımdan şükrediyorum
yaşadığım için.
Her uyku bir ölüm, her
ölüm bir sancı ve her bir sancı yeniden doğuşu müjdeliyor.
Seviyorum belki de yok
olmayı ve yoktan var eden Yaratan’a dayıyorum başımı her yeni gün.
Sızım dinerken yeniden
açıyorum perdeyi davetkâr gün ışığı eşlik ederken. Nasıl geçerim kendimden,
nasıl geçerim sevmekten bin kez ölsem de.
Palazlanmış sayısız
ihtimal nöbet tutarken ve sessiz parlaklığında güneşin, kamaşırken gözlerim
saldım tüm üzüncü gönüllü sürgünü iken ömrün. Olmaz mıyım, olmadım mı bin kez
ölsem de yeniden kucaklaşmayı beklerken o nüktedan kader çizse de rotamı ilk
günden beri…